Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Şaban" üzerine...

Kemal Sunal filmlerini izliyorum bu ara. Evet, televizyonda milyon defa oynayan filmleri, hani halkımızın beğendiği "kaba" komediler. Heyhat, buradan ve yeniden izleyince öyle görünmüyor. Hedef kitlesi halk olan, nitelikli komediler bunlar. Toplumcu bir yapıdalar, dertlerini sıkmadan anlatmayı beceriyorlar. Genellikle Türkiye'nin doğusundaki ağalık sistemine / sorununa eğiliyorlar ve başarılılar. Meselenin ağırlığını komediyle kaldırabilmek, pek de kolay değil. Yan rollerdeki her oyuncu, her filmde döktürüyor, oyunculuk kalitesi filmleri zaman ötesine taşıyor. Kemal Sunal'da, ki filmlerde adı genellikle Şaban oluyor, kendisinden eski olan Charlie Chaplin'in "Şarlo"su veya kendisinden sonra gelen Rowan Atkinson'un "Bean"inden eksik değil, kesinlikle, onlar kadar evrensel bir karakter. Kemal Sunal da, Aziz Nesin gibi, halka hitap eden, kolay anlaşılabilen, amacı da bu olan eserler üretti. Ama, bu entellektüel bir kalite taşımadıkları an

Büyümek ağrısı

Saykodelik birşeyler çalıyor kulağıma, otobüs kalabalık tıkabasa. Yedibuçuk dersine gidiyorum. Kafam dolu. Küçük şeylerle uğraşırken, birşey oluyor, kalakalıyorsun öylece. Oysa zaferler kazanmıştım budalaca. Küçük bir çocuk, yorgun bakıyor, direğe tutunmuş bir eli annesinde, gözüm kayıyor, canım hiç çekmiyor büyümek, bıyıklarım ve sakallarımı sevesim gelmiyor. Ne acayip, ne üzüntüler, ne sevinçler yaşayacağız daha. Sakallarımı kesesim geliyor, sakallarım olmayınca eskiler geri gelsin istiyorum. Ama sulukola içemem artık ve benden dokuz yaş küçük kardeşim boyumu geçti. Büyüdüm ve kemiklerim ağrımıyor artık, uzamayacağım daha. İliklerime kadar ağrıyorum ama şimdi, düşlerim kesiliyor, uykularım uyumamaktan beter. Ata biniyordum sonra altı yaşımda rüya görürken, tatlı kaşığıyla çorba içerdim, doksan santimdim. Şimdi değilim... İnsanların beline gelirdim, herşey büyüktü. Şimdi herşey büyüyor yorgun gözümde. Bildiğim ilk an'ı hatırlıyorum, soruyorum kendikendime şaşkı

Anlamsız

Birisine kapıyı tuttum, buyrun, teşekkürler, rica ederim. Sonra dedi, ben seni tanıyorum galiba liseden. Okulun adını söyledi. Evet, dedim, ben de seni çıkardım şimdi, sen benden, dedim. Küçüktüm evet, dedi. Görüşürüz, iyi akşamlar diye selamlaştık, gitti. Bir anlamı yok. Sonra çay alırken, derse giren hoca da çay alıyordu, nasılsın, dedi, iyiyim siz, kazadan sonra birşey oldu mu. Güldüm, yok, dedim. Çarpan kız bizim okuldan mıymış, diye sordu, bilmem, dedim. Anlamı yok.

Gözüme değince usuma düşenler

İki yıl olmuş neredeyse, tek kelime yazmadan ve söylemeden, seni bir kelime olarak sözlüğüme katalı. Dün gibi, yanında nasıl çocuktum ve acemi, nasıl karıştırırdım en kolay cümleleri. İki lakırdı edince ayaküstü, nasıl sarhoş olurdum. Dün gördüm yine seni, gözüne değmedim. Ama şimdi çıldırıyorum, "çok güzelsin" diye bağırmak ya da kulağına fısıldamak için. Sen, sesim. Fısıldamak istiyorum kulağına, sonra hiçbirşey beklemeden umarsızca yürümek istiyorum yine. Ne güzel bir baharmış, senden hoşlandığım.. İyi ki sözlüğümde sen varsın, iyi ki varsın, benden uzakta olsan da, birkaç yol sonra hiç göremeyecek olsam da seni. Sana son yazma nedenimde ki gibi, iyi ki doğdun! Aylardan temmuz olmasa da, marttır ve bu satırları okumayacaksın. Çok güzelsin, sen.

"Okuryazar"

Okuruz: gazeteyi tersten başlayarak. Yazarız: dilekçe yazamasak da hepimiz şiir yazarız. Aziz Nesin'in dediği üzere: "Türkiye'de üç kişiden beşi şairdir." Ama gel gör ki, çoğumuz Aziz Nesin'i okumayız. Okumayız ve okutmayız, okuyanı döveriz (ve şiir yazarız).. Üstad, bizden farklıdır ve maazallah okuduğumuz kağıttan tehlikeli düşünceleri bize de bulaşabilir (herhalde).. Açıkçası, nedenini de bilmezler, nedensiz bir budalalıktır. Bu alıklık, sözde aydınımızda da mevcuttur,  monsieur fransızca eserleri asıllarından okur, ama Mehmed Akif'i okumamıştır, çünkü o "farklı"dır.. O da okutmaz, yumruk atmasa da, küçümseyici kelimelerle okutmaz. Yahut zamanında bir lise edebiyat öğretmenimin, başka bir yazar için dediği gibi: "O İslamcıyı dersimde okutmam ben!" Bilmeyiz: okumakla bekaret bozulmaz. Bilmeliyiz: okumadığımız, bilmediğimiz "şey"i eleştiremeyiz. Solcu, sağcı, İslamcı, ulusalcı, biz bize benzeriz. Kum havuzunda debelen

Günlük ve anlık cümleler..

Pek uzun zamandır yazmıyorum, yazamıyorum. Kelimeler güçlensin diye bekliyorum. Bir yandan da sağlık problemleriyle uğraşıyorum, kulağımla ilgili.. Düzenli yazmam gereken bir durum yok zaten. Hatta Çetin Altan'ın "klişe"leşmiş meşhur cümlesini yazmak tuzağına dahi düşmeyeceğim. Tüm kelimelerle dönene dek, bu uzun "sessiz" arada not aldığım bazı cümleleri paylaşmak istiyorum. Gün'lük ve an'lık.. 2.2.10 Kediler çizdi elime kaderimi. Dün, yarın ne farkeder. 9.2.10 Istanbul'da bir akşam. Masada neşe ile hüzün aynı anda. Aynı ben, aynı biz. Istanbul ne kadar benziyor bize, pus ne kadar yakışıyor. Soğuk, kafasına eserse inceden kar yağıyor. Şehir, ışıklar, masalarda kahkahalar ve hikayeler, masalarda umudunu yitirmiş yüzler. 10.2.10 Dün rüyamda hiç olmadığım bir kimseye aşıktım, bugün ıstanbul bulutlu. 14.2.10 Kırmızı bir gül yazdım, çizmeyi bilmem. 16.2.10 Yanımda bir kırmızı var, ruj kırmızı, giysi kırmızı. Kankırmızı. Yazdığım kırmızı b