Ana içeriğe atla

"Okuryazar"

Okuruz: gazeteyi tersten başlayarak.
Yazarız: dilekçe yazamasak da hepimiz şiir yazarız.

Aziz Nesin'in dediği üzere: "Türkiye'de üç kişiden beşi şairdir."

Ama gel gör ki, çoğumuz Aziz Nesin'i okumayız. Okumayız ve okutmayız, okuyanı döveriz (ve şiir yazarız).. Üstad, bizden farklıdır ve maazallah okuduğumuz kağıttan tehlikeli düşünceleri bize de bulaşabilir (herhalde)..

Açıkçası, nedenini de bilmezler, nedensiz bir budalalıktır. Bu alıklık, sözde aydınımızda da mevcuttur, monsieur fransızca eserleri asıllarından okur, ama Mehmed Akif'i okumamıştır, çünkü o "farklı"dır.. O da okutmaz, yumruk atmasa da, küçümseyici kelimelerle okutmaz. Yahut zamanında bir lise edebiyat öğretmenimin, başka bir yazar için dediği gibi: "O İslamcıyı dersimde okutmam ben!"

Bilmeyiz: okumakla bekaret bozulmaz.
Bilmeliyiz: okumadığımız, bilmediğimiz "şey"i eleştiremeyiz.

Solcu, sağcı, İslamcı, ulusalcı, biz bize benzeriz. Kum havuzunda debeleniriz.

Okuruz: gazetede gündemi gözucuyla geçip, magazini hatmederek.
Yazarız: beğenmediğimiz "şey"in yazarına sinkaf dolu mektuplar...

Bilmeyiz... Bilmediğimiz şeylerin ne çok olduğunu, bildiğimizin ezber ettiğimiz üç-beş kelime olduğunu. Bilmemenin bu topraklarda övünç kaynağı olmasının, ne acı olduğunu. Bilmeyiz..

Bilmeliyiz, haddimizi.

Bilmemek ayıp değilse de, haddini bilmemek çok ayıp.

Yorumlar

  1. uzun zaman sonra tekrar yazılarını okumak ne güzel.. ayrıca bu yazıyı çok beğendim

    Naruto

    YanıtlaSil
  2. biraz geç gördüm, kusura bakma, çok teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *