Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yakışıksız Kelimeler

yazmak zorunda değilim, ama yazmak zorundayım. yazan hemen herkesin cümlesi gibi, milyon defa söylediğim yahut yazdığım üzere, sait faik dediği üzere: "yazmasam, çıldıracaktım." yazdım da çok mu aklıbaşındayım. dün gece eksik uyku uyudum, eksik uykudan bir fayda gömedim, çalışsam boşa gitmezdi, bu gece çalışayım bari. neyi yazmak zorunda değilim, dün yazdığım düşkırığını, çünkü aklıma hemen hiçbirşey gelmiyor, dün hiçbirşey olmadı. çocukça bir körlük büyüdü, biraz da başka bir arkadaşa dikdörtgen olamadığımdan şikayet ettim. kareli defterde bir dikdörtgen olsaydım, diyorum böyle zamanlarda, ona da bunu söyledim. sanırım bağırıyordum yine. hayatımı nasıl tanımlıyorum biliyor musun dedim, öylesine sordum, söylerken bile işareti gereksiz bi soruydu. "dünyaya kedi gelmek isterken, insan gelmek zorunda kalan bir adamın dramı".. bir deftere bir zaman not aldığım gibi, "alelade bir öykü kahramanı" da olabilir. bu ikincisini söylemedim, şimdi aklıma geldi.

Yoklar ve Varlar ve Yine Yeni Bir Düşkırığına Dair.

"dün yine düş kurdum, dün yine düşüm kırıldı. sonra yüzüm düştü, yüzüm kırıldı." bu cümleyi az önce bir çırpıda, bir gece yorgunluğunun ardından, bir rüzgâr'a kırılınca yazdım. dal kadar kırılgan düşler kuruyorum, güneş battığında esen hafif bir rüzgâr'a dahi kırılıyorum. şairmiş gibi, çocukça düşler kuruyorum. oysa ne şairim, ne çocuk. kendime kırılıyorum en çok. bu cümleyi, mısralarla alt alta yazsam şiir olurdu. yuvarlağın köşeleri  kadar belki. yuvarlığın köşeleri kadar sonsuz kere keserdi.ama ben şair değilim, kelimeler'e de kırıldım en çok, anlamlar karşısında o kadar eksikler. akşam da ne güzel batıyor ha, dedim, dün akşam. bir arkadaşa, o kadar sesli dedim ki, neredeyse bağırdım, sanki o arkadaştan başka herkese duyurmak için. başka bir arkadaşa, insan düşkırığına neden aşina olamaz, dedim. cevabını biliyor musun dedi. bilmiyorum, dedim, ama cevabı mı, cevabı bilip bilmediğimi mi, yoksa bildiklerimden başka bilmediğim herşey için, söyledim. eskiyuna

Başka Bir Yazı

"Şey içinde şey var." Istanbul'daydım bu cümle aklıma düştüğünde. Istanbul, şehrilerden bir şehir, belki en güzeli, belki en fena'sı, herşeyin sonsuza gittiği o şehir'e de çok yazılmıştır, o şehir'de de çok yazılmıştır. Istanbul'dan başka yerde düşemezdi belki aklıma bu, belki bu cümle ve anlamını bulmak için oradaydım. Anlamını bulduğumu söylemek, yahut anlamımı bulduğumu söylemek, kendimi kandırmak olur; anlamı'ı ararız, bu arayışta varoluruz. Aramaktır, yaşmak; kimisi en uçlara giderek arar, kimisi kendi içinin derinlerine yolculuk yapar. Deri'nin altında, derinlerde birşey var; bazı insan işte onu aramak için,  kendi'ne bakar; hemen herkesin baktığından başka bakar, "kendini feda etmek" denemez çünkü en çok da kendisi için girmiştir uçsuz karanlığa. O karanlıktan, anlam'a yakın ya da uzak başka kelimelerle çıkar, o kelimeleri bir şekilde insanlara aktarır. Bu, sürekli yolda olma halidir. Sürekli evsiz bir göçebe olmak, hatta

Bahar Bayramı

15 mart 2011'de aldığım not'tan: nevruz arefesi usumda oysa cenazeden geldim. oysa sevdiğim kadın başkasını seviyor. kelimeler geliyor aklıma anlamsız yahut anlamlı onca yazasım var. kelimelerce. anların resmini yazmak gibi. mesela şimdi dersteyim. başımı çevirince onu görüyorum. hoca ezbere kelimelerle nefessiz anlatıyor dersi. burnum tıkalı, nefes alamıyorum. kimisi dersi dinliyor, bazısı öksürüyor. o dinliyor ve dersi yazıyor ve ben o'nu yazıyorum. bir eliyle saçını kulağının arkasına atıyor arada. sayfalar çevriliyor. nisana az kaldı. nisanda birşey olmayacak sanıyorum. belki şimdi yazdığım bu satırları silerim, öyle, o kadar kırılır düşüm. ama şimdi öyle bir düşkuşağı açıyor usum. usum, uslanmaz, ders almaz. nevruz arefesi, bana aralık bile nevruzdu, o an bilmiyordum, kendimi kaybetmiştim, bildiğim sadece bakışı gülüşüydü. şimdi bir arkadaşla konuştum ve ona baktım, aradaydık, dedemin hikayesini anlatamadım. kendi hikayemi anlatabilirdim, pek meraklı bir hikaye değil

Aşk'a Bir Yazı

Diyecekler, Aziz Valentin'in Günü geçti, bayram seyran değil, aşkı yazmak nereden esti. Beni bilenler, demezler, aşk bu akıla hep eser, akıl yerinde yeller eser bazan da. Hem, nisan arefesi'dir; gerçi şu gönüle gözel bir çift göz hep nisan olsa da. Gözde görürüz, gözle görülmeyeni bazan da. Bir hafta, iki tane ikilik'ten konuştuk bir arkadaşla, bir hafta düşündüm, şimdi de yazmaya çalışacağım. "İnsan yahut adam" ve "suret ile hakikat"tı ikilik'ler. İnsan olma mücadesinde, insan kalma kavgasında, aşkı nasıl yorumlamalıyız. Ölümü vuslat görecek kadar hakiki aşk'a düşülmüş bu topraklarda; şehvani arzuya aşk demek kolay da, aşk dahi itiraz etmez mi, iki günlük alışverişin diline düşen "aşkım"a. Bir kadına duyduğun istek, aşk mıdır tutku mu? Nerede aşk olur nerede tutku? Bir sınırı var mıdır, yahut aşk dediğin o yansılama, vücudunun hormonlarından ibaret bir arzu mudur? İkilik'lerden konuştuk, ancak arkadaş'a söylediğim, benim bi

"Utanmadan İddia Ediyorum!"

Format çalmak caiz midir? Peki bir yazarın, bir çizerden format çalması? Çizer, mizah çizeri, ama yazar da mizahtan hepten nasipsiz değil, düzenli bir mizah dergisi okuru, deli bir Aziz Nesin hayranıyım. (Yazar burada yazar benim diyor. Peki çizer kim bay yazar?) Memo Tembelçizer'den "Utanmadan İddia Ediyorum" başlığını alıyorum. (Adamolmazadam, Tembeçizer'den alıyormuş formatı. Şu yazı sıklığına baksana, kimden alacaktı.) Şaka bir yana, sosyal bir tespit yapacağım. Yahut, "iddia edeceğim". Mâlum, günümüzde de her zaman olduğu gibi belli sosyal sınıflardan gençler kendilerini belli şekil'lerle ifade etmeye çalışıyorlar. Ancak, bu "şekil" yahut tarz'lardan biri var ki, her türlü, horlanma, aşağılanma, alay ve dalgaya maruz kalıyor. Bu kesim, tahmin edebileceğiniz üzere "Apaçi"ler. (resmi gazetede bu kadar imla yok, mizahın şapkalar ve tırnaklarla imtihanı) Çünkü, onlarla alay etmek kolay, onlar varoşlarda yaşıyorlar genellikl