Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kimsizlikle Konuşmak

Yüzüm düştü, düşlerim döküldü, kendi şehrimde kendimden uzaklaşmanın bir yolu olarak kendimden koştum. Ruh göçebe, beden şehre bağlı olunca, hâl arafta, gözler bulutlu ve hava yağmura meyyal oluyor.  İki gecedir, tanımadığım insanlarla konuşuyorum. Kimse'lerden biri olmak güzel, kayıp ruhlar ormanında bir ruh gibi. Tarihsiz ve anlamsız bir meydan kadar. Araf'a benzer bir yerde, arada bir halet-i ruhiyede, sanal oratamda sohbet ediyorum. Ben "hiçkimse" oluyorum karşımda ki insan bir kimse. Onların kimlikleri belli, benim ki, aslında olması gerektiği üzere kimliksiz. Öylesine konuşuyoruz, sanal dünyanın içinde. İlk akşam, İstanbul'da üniversiteli bir kızla konuştum. Nelerden bahsettiğimizi pek hatırlamıyorum, okulda yaşadığım "yanlış yerde olduğum" hissinden bahsettim biraz, biraz da öylece konuştuk. Sonunda bir kimse oldum ben de, Adamolmazadam'ım dedim, işte bu blog'un adresini verdim. Yolu düşer okursa, selamdır. Sanırım bu bir terapi. Yahut

Öteki Onaltı Aralık

Aralığın onaltısında ikinci defa, sıcak bile soğuk kaldı. İlk onaltı aralık'ta gözlerine bakıp görüyordum onu, kulağımda uğulduyordu olmayan keman sesleri. Düşüm yüzdü, bir yüz o yüzde bir çift göz görüp, bilmediğim ismi yerine isim veriyordum ona, daha sesini bile duymamıştım. İkinci onaltı aralıkta, uzakta bir üçüncü'ydüm, gözleri gözlerime değse o akşam, hem felaketim olacaktı, hem de ne güzel olacaktı. Olmadı. Kendi körlüğümden, körlük büyüdüğünden ve körlüğün büyümesi gerektiğinden. Derdimi bilen ve dert dinleyen bir dosta, sıcak bile soğuk, dedim, onu baktığım yerde görüyorum bu akşam, şimdi arkamda ya, arkamda olduğundan fazla burada. İkinci onaltı aralıkta, ikibinonbir'de, yüzüm düşmüştü, boşluklara bakıp o yüzü görüyordum, ismini ve sesini biliyordum artık, ama benim verdiğim ismini kendime bile söyleyemiyordum ne zamandır. İkinci onaltı aralık'ta nevruz yerine hazan'dı zaman, yine de öylece heyecanlıydım. İki onaltı aralık'ın ikisinde de, içim büyüdü

Bilinçoyunu

Rüyamda gördüklerim, gerçekte beni tanımayınca şaşırıyorum. Dün de böyle birşey oldu. İki üç defa gördüğüm bir genç kızı dün rüyamda gördüm. Rüyamda ona kur yapıyordum ve biraz nazlanıp kabul edeceğini anlamıştım. Sonra nasıl ve neden bilmem, sözde dedesini gördüm. Bir salonda oturuyordu, artık fotoğrafını falan mı gösteriyordu kız, hatırlamıyorum. Dedesi, doğulu şıh gibi bir adamdı. Şaşırıyordum, kimseye önyargılı yaklaşmamak gerektiğini düşünüyordum. Çünkü o genç kızın dedesinin şıh olacağını hiç düşünmezsiniz, tuhaf olan zihnim nereden böyle bir senaryo uydurdu, anlam veremiyorum. İnsan, bazı rüyalarına neden bulabilir, ama neredeyse tanımadığım bir güzel genç kızın dedesini şıh olarak görmeyi hangi bilinç veya bilinçaltı oyununa bağlayacağımı hiç bilemiyorum. İşte dün, o genç kız yanımdan geçerken, tanıdık birine bakar gibi baktım ve bana selam vermemesine bir an çok şaşırdım. Sonra, onunla tanışıklığımızın rüyaya ait olduğunu hatırladım. Rüyamda bir politikacıyı görünce de b

imgesel

el, benim önemli bir imgem. neden bilmem. bilmem neden. zaten bir neden uyduracak olsam, bilmemne'den dolayı derdim. ama öyle zamandayız, kimse sormuyor zaten: "el senin neden önemli bir imgen?" nedeni yok, belki bilincinaltındadır, belki yazarken elimi gördüğümden, ilk aklıma elim geliyordur, olabilir. olsa ne farkeder? olmasa. hemen hiçbirşey. ama nedenini bilsem, bu kadar imgem olamazdı herhalde, kim bilir? zaman kötü ama, orada haklıydım. soyut cinayetler işlenmekte, gündüz vakti. suretler imgeleri öldürüyor, biz burada el neden benim önemli bir imgem diye düşünüyoruz. biz derken, ben ve siz. ama, körelen gözümdü. gözüm, benin önemli bir imgem değil mi, aşkolsun. akşam vakti, ne yalan söyleyeyim, sağ gözüm az görse de, iki gözümde benim gözümdür. akşam vakti, nerede olursa olsun, akşamhüznü çöküyor. gözüm bulutlanıyor birden. aniden akşam oldu, akşam hızlı çöküyor, alışamıyoruz. hüznün nedeni bu olabilir. yirmiküsur yıldır alışamamışım, el olsa aşınırdı. elim aşınıyor

Yol

Yolcu olma hâli, yolculuk. Kendisini daima göçebe gören bir ruhun evi, yol. Tren ile rayları ezdim bu hafta sonu. "İlk tren nereye?" dedim gişedeki bilet satan memura, kaçak'ların alışılmış sorusunu sorduğumu sonradan farkettim. Sokakları ezdim yürüyerek, uzunca yürüyerek. Yorularak, dinlendim. Pek tabii, kendimi de dinledim. Yola çıkmadan yolculuğun nedenini bildiğimden, yolda neden aramadım. Sonuç da bulmadım. Arafta olduğumu hiç söyleyemem. Araftan döndüğümü söyleyebilirim, az uz dere tepe düz gidip. Evdeysem şimdi, bir arpa boyu da yol almamışım amenna, ama kelimenin oyunları bir yana, bir kelimeyi, bir imgeyi yarından silmeye gittim. Bir cinayetti beni yola çıkaran. Bir imge, bir yıl yazdığım, düşündüğüm, sevdiğim bir imge, bir anda gözlerimin önünde öldürülmüştü, hem de suret'i tarafından. Gözlerim de ölmüştü, yoldan gözlerimi aldım geldim. Daha güzel görüyorum şimdi. Düşen yüzümü topladım yoldan, kelimeler buldum, döndüm.