Ana içeriğe atla

Yirmibeşi Devirirken - Sekizinci Fasikül

Pelin Batu'nun sıkıntıdan uyuduğu program, Bilincin Arka Odası devam ediyor efendim. Üniversitede beş yılı doldurdum. Demek ki şimdiye kadar ki ömrümümün beşte birini, Dokuzçeşmeler Kampüsünde geçirdim. Öyleyse biraz yazmalıyım. Pek tabii, hâlâ yeni sayılabilecek şeyleri, birçoğunu yeniden göreceğim insanları yazmak biraz zor.

Hazırlığa biraz dinlenmek için gittim, iki sene ÖSS'ye çalıştıktan sonra. Dinlendim de, sessiz sakin, pek de birşey yaşamadan bitirdim. Lisede sevdiğim kızdan sonra ilk defa birinden hoşlandım. Yan sınıftaydı, öyle kapı önlerinde konuşuyorduk. Açılmadım, ima etmedim. Hazırlıktan aklımda kalan, aynı sınıfta olmayan, ama aralarda sık sık denk geldiğim bir genç kız da var. Ondan hoşlanmadım da, aşık da olmadım. Ama, gördüğümde böylece (afedersiniz) öküzün trene baktığı gibi bakabileceğim biriydi. Ama, bakmıyordum tabii ki. Bir gece aynı durakta, farklı dolmuşları beklerken kulağımda çalan şarkıdan mıdır nedir, gözlerini kocaman açıp bana bakmıştı. Yahut akşam karanlığında bana öyle gelmiş de olabilir. İşletme falan okuyacaktır diye tahmin ediyordum . Benimle birlikte ekonometri okuduğunu birkaç ay sonra, birinci sınıfa geçince, öğrenmiş oldum.

Üniversitede çok insan gördüm, ama az insan tanıdım. Çevremdeki insanlar, hele ikinci yıldan sonra sürekli değişti. Değişmeleri de iyi oldu bir yerde. Sürekli yüzler gördüm, suretler geçti, kelime oldular. Hep iyi anılarım olmadı üniversitede, öyle ki, dişlerimi sıkmaktan çenem yorulduğu bir zaman oldu. Yarım senemi bir karabasanla geçirdim.

Ama, geçti. Sonra zaten onu gördüm. Sonra onda, Re'yi gördüm. Adını bilmiyordum, adımı da unutmuştum. Ondan başka ne varsa, yoktu. Adını da bir finalde yanlışlıkla önüne oturunca arkadan yoklama kağıdını alınca öğrendim. Ondan yoklama kağıdını alırken zangır zangır titriyordum. Ne var diyebilirsiniz, sadece bir isim, hem neden öğrenmedin ki aylarca. Evet, aylarca onu Re olarak bildim, adını öğrenmek istemedim, zaten sevgilisi vardı, adını öğrensem ne olacaktı? Hem adı ne olursa olsun, "Re"den güzel olamazdı. Öyle düşünüyorum. Sanırım, birgün bunları ona anlatırsam, o da "Re" ismini sevecektir.

Adını öğrenmiştim, güzel de bir ismi vardı. Ama, ben yine de ona ismiyle hitap etmekten kaçındım, ağzımdan Re'yi kaçırmaktan korktum. Sanki, "Re, naber?" diyebilirdim ismiyle seslenmek yerine. Desem, ne olurdu? Hiçbirşey anlamayacağı için hiçbirşey olmazdı. "Eee, naber?" dediğimi sanardı hatta muhtemelen. Kocaman gülümserdi yine.

"içim yanar içim bilmez
içim var içim düşünmez
içim aşk içim değişmez
içim saf içim kirlenmez"

re- mor ve ötesi (dünya yalan söylüyor,2004)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *