Ana içeriğe atla

Yirmibeşi Devirirken

Altıncı sınıfta okul içi turnuva için futbol takımı kurmuştuk. Adını benim üstümdeki bir tişörtteki yazıdan etkilenerek " Heroes" koymuştuk. Sağolsun arkadaşlar futbol konusunda ki yeteneksizliğimden dolayı, yine de beni onore etmek için takımın teknik direktörü yapmışlardı beni. 1999-2000 dönemi, Fatih Terim yönetiminde efsanevi Galatasaray dönemi. Ben de Galatasaraylı olduğuma göre, temel mantığı yanıltmayarak, Fatih Terim'i rol model aldım. Tabii ki, "öğrencilerim" beni pek dinlemiyordu, Fatih hocanın o sert otoritesini sağlamakta zorlanıyordum. Peki ben ne yaptım? Bir maçta, defansta oynayan o zamanki arkadaşım hata yapınca, yanıma çağırıp maç ortasında tokat attım.

Rol model almayı bir adım ileri taşımıştım, Leeds maçında kırmızı kart gören Emre sanmıştım arkadaşımı. Dostum, Emre değildi pek tabii, hatta demek ki Eyüp peygamber sabrı varmış kendisinde, yine de birşey yapmamıştı. Ben olsam, beni döverdim. Kendisine teşekkürü borç bilirim.

Finale kadar çıkmıştık turnuvada, finalde 10-3 yenilip ikinci olmuştuk.

Peki ben bunu neden anlattım? Yirmibeş yaşımı, bir çeyrekliği devirmek üzereyim, bunun üzerine birşeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Kimsenin işine yaramayacak anılarımı anlatmaya karar verdim. Aklıma başka anı gelirse yine yazacağım. Gelmezse? Gelir herhalde.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *