Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kitap okuyan kız

okuma salonunda, kasım yirmi altı, yıl ikibinoniki. öğlenleyin. kırmızı hoş güzel. kırmızı kazak ve geri kalan usu kırmızı.  saçı topuz. kemik gözlük siyah tırnak. siyah kırmızıyı boyalıyor. kadın kitaba bakıyor. bana bakmıyor. bana bakmak yerine bakmıyor kitaba, ama öyle olsa yine de bakardı. böyle sanıyorum, durduk yere kederleniyorum. onu tanımıyorum. bir adı vardır, belki de iki. bir de soyadı vardır, iki olmamıştır daha. bir dediğini iki etmeyen bir sevgilisi vardır belki. küpe siyah dudak boyasız. ne ince ne de çok dolgun. karşısındakine birşey anlatıyor. gözü bile değmiyor bana. başını omuzlarına çekip, kitabına dönüyor. onu sevmiyorum. neye seveyim? tanımıyorum. tanısam sever miydim, diye soruyorum durduk yere kendime. kim bilir, zaman ne getirirdi. hem gözleri ne renk, hem gülümsemesi nasıl?

ağustosun arkası.

-ağustos, ağacı ortasından yaran bir yalnızlık olarak yalın ve keskin sırtıma saplandı. olacak iş değil ya, gölgeler griydi, örtüyordu üstümü. boğuyordu göğsümü. gri bir gölge altında nefessiz kalmıştım, sesim sessizlik gölgesi gibiydi. ancak anlamlı ve gerçeksiz sözler suskunluğumu olacak iş değil ya, gri güzde sokak arkasında bir ağaçtım. güzdü. dökmüştüm yüz yaprağımdan doksan dokuzunu. griydi, içimi çürütüyordu. ne bir sen vardı farkına varacak, ne bir sen yoktu yazılmayacak. kalan tek yaprağımla, tek gözüm tek yüreğimle depremde ürkek ürkek sallanıyordum. sokak lambalarının sarı aydınlığı altında titriyordu dökülmüş doksan dokuz yaprağım. önceydi bir karalıkta seni olacak iş değil ya, ağustostu. her yıl bir ay ağustostur. ama, ben birdim. her kendimi bildiğimde hep birdim. ama, sen ikiydin. yüzün on bine yenilmesi kadar öyle iki olan sana yenildim. yenilgimi kutladım, teşekkür ettin. ateşten çiçekler görmem üzerine bir şiir okudum sonraydı. silinmeyecek harflerle yazdım baş

sokağın arkası.

-temmuz bileylendi, göğsüme saplandı. kasımı karnından bir kılıç vuruyordu. sonra deprem oldu, kılıç kırıldı, heykel yıkıldı. asılsızdı büyüktü kesindi kesinsizlikliydi. varın yani yokluğu vardı. yokun dahi yokluğu yoktu. var mıydı? zamansız akşamın zamanına inandım, griye inandım, inancım sarsıldı. öğretti. hiçbirşeye inanmamayı Allah'tan başka. en baştan. en sona dek. gri önce yalancı bir peygamber gibi gökten indi. mutsuzluğu haber veren olmayan bir mesih gibiydi. ama, mutluluğa yordum. grinin inişini mutluluğa yordum. turgut uyar'dan ve umudun zehrinden, umudun zaten ve sadece zehir olduğundan, umudun gözü kör, aklı kör ettiğinden habersiz değildim, ama mutluluğa yordum. yanıldım. yanılmam öylece kesindi. yüz kişi onbin kişiye savaşı yenilecekse, öyle. doksan dokuz kişi öldü sadece benden. ne çokmuşum öylece. kalanlarımız kaçtı. benden sadece bir ben kaldım. kaçtım. sokak arkalarına saklandım. kesin büyük asılsız mağlubiyetimi, kesinsizlikli yenilgimi örtmek için pal

"Ayna Grubundaki Kel Adam"

Cemil Özeren vefat etmiş. Meşhur isimsizler'den biriydi. Erhan Güleryüz'ü birçok kişi adıyla ve soyadıyla dahi kolayca hatırlayabilirken, rahmetlinin adı "Ayna'daki kel adam"dı. Erhan Güleryüz "Meçhul Şarkıcı" olarak "Garibim"i okuduğundan beridir, en başından dinlediğim bir gruptu Ayna. Bütün bir ortaokul onlarla geçti, naif sevdalarım için onlarla üzüldüm, neşemi de onlarla buldum. Şimdi, mesela kardeşim "Çayımın Şekeri"ni açtı, üçüncü saniyede şarkıyı tanıyınca şaşırdı. Öylece bilirim şarkılarını. Pek tabii zamanla dinlemeyi bıraktım, yıllardır dinlememişim onları, ama hâlâ "Garibim"in sözleri ezberimdedir. Duyduğumda tuhaf hissetim kel adamın vefatını. Öylece yazmak istedim. Allah rahmet eylesin.

eskiyeni soru.

eskiyeni sorular, yenieski. aralık arefesinde, deprem sonrasında sadece sorularım var.  geçmişe ve geleceğe, düne ve güne, yerin ve göğünyüzüne, göğünyüzünde yeryüzünde olmayan bir çiçekrengini görmeye çağıracağım o akşam yakın mı? sorular, yenieski sorular. kendini doğuruyor. gölgesi, imgesi, sesi (çünkü notalar ölümsüzdür) ve gözleri, karanlık fotoğraf gibi parlıyor gözümde. " birgün gözlerimin ta içine bak / anlarsın ölüler niçin yaşarmış " diyen şairin dizeleriyle beklediğim gün, neden yaşadığımı anlatacağım o akşam yakın mı? zamansız akşamın zamanı yakın mı?

deprem

heykel yıkıldı, gölgesi kaldı. sokaklar yırtıldı, lambası kaldı. gri yükseldi göğe, gökten indi gri. yer ile gök bir oldu. yeryüzü çiçeklerinin tümü toz altında kaldı. yerle bir oldu, dün ile yarın, aralıkla ağustos iç içe geçti. * zelzele. rüyalar sarsıldı dipten.

yeni soru.

uçurum kenarı, heykel hafriyatı. herşeyi ve kasımı karnından vuran bir kılıç kadar görüyorum. yeniçiçek ve büyüyor. belli belirsiz gülümsemesi soğukluğunu ve kasımın soğuğunu bölüyor. bir çiçek çatlatıyor yeri ve güzü. gelecekzaman bir çiçek adı mıdır?

uçurumun kenarından notlar

bu akşam, burada iki ayrı aşırı aşinalığımı tek yazıda yazacağım. sonucu olmayacak bir özeleştiri daha, bu özeleştiri mevzusuna da en sonda döneceğim. mevzu mu sahiden? bilmiyorum. 1. uçurum kenarlarında dolanmam hakkında: ilk değil. besbelli ki son da olmayacak. yine buradayım. tanıdık bir yabancılık duyuyorum. turgut uyar'ın "korkulu ustalık" tanımı gibi, uçurum kenarları ile olan münasebetime uyuyor bu tanım, çünkü uçurum kenarlarına gidip gelmek, orada bir çocuk aymazlığında, korku ve heyecanla dolaşmak, defalarca yazdığım gibi "şiir yaşama hâli" ve ben de şiir yazmakta olamasam da, şiir yaşamakta "korkulu ustalık" sahibiyim. uçurum kenarları, trenler ve yollar gibi benim evim. soyut bir ev. içinde yaşadığım heryerde, okulda evde, kordonda yürürken ve metro istasyonlarında, mucizevi bir bulut gibi başımın üstünde. bir daha gelmeyeceğimi düşünmüştüm uçurum kenarına. o yüzden bir parça da tedirginim. babanızın kolunuzdan çekerek istemediğiniz b

Ben ile Kendim: Volüm yahut Bölüm Dört

"Biii, bilin, bilinçaalt, bilinçaltı." diye diye, kağıda ömrümde kaçıncı defa bilinçaltı kelimesini yazdım. Hayatımın son üç yılında (ki bu blogu tuttuğum zamana denk) adım soyadımdan başka en çok "bilinçaltı" kelimesini yazmışımdır. Ondan sonra herhalde, "Re", "aşk", "güz", "bahar" ve "kırılgan" kelimeleri gelmektedir. Eğer bu sıralamanın üst sıralarında, "varyans analiz tablosu", ondan başka, "ekonometri", sonracığıma "modelin yorumlanması" kelimleri olsaydı, daha mı iyi olurdu diye düşünüyordum. Masamda oturmuş, camdan bakıyor, kendimi sorguluyordum. (Ki kendimi sorgulamadığım bir günüm de geçmedi.) Derken odama kapıyı bile çalmadan, baskın yapar gibi Aziz Yıldırım girdi. Evet, aziz okuyucu, bildiğin Fenerbahçe Spor Kulübü başkanı olan Aziz Yıldırım'dan bahsediyoruz. Gayrı ihtiyari önce bir sıçradım, sonra toparlandım ve en sonunda ayağa kalktım. "Buyurun başganım, hoşgeldi

Ben ile Kendim: Volüm yahut Bölüm Üç

Ben, kendim ve ilham bir masaya oturmuş, ilhamın gelişini kutluyor, çay içiyorduk (Evet çay, bildiğiniz kızıl siyah çay. "Ya amirim 'kızıl-siyah' dediysem o manada değil, kara kızıl demedim ya, efendim? Neyi alayım? Ha, arkadaşa, pardon memur beye diyorsunuz. Komserim valla bak. Başımı kendim de eğerdim.")  "İndim dereyeeea, taş bulamadım!" diye türkü çığırıyordu ilham, o çiğ sesiyle detone olmanın kitabını yazıyordu. İlhamın gelmesini kutluyorduk, nereden geldiği hakkında bir fikrim yoktu, hatta hatırladığım kadarıyla ben kovmuştum, ama bir anda coşma geldi, ne oldu, nasıl olduysa, işte kutluyorduk. Askerden gelmiş gibi coşkuluydu ilham, yüz bulunca iyice olmuş, türküden türküye geçiyordu. "Bir dakika, bir dakika." dedim ben, "İlhamcım, ayıp olmazsa sana birşey sormak istiyorum." dedim, "Buyur ağbi." dedi ilham. "Ben o güzelde notayı, senin gibi bet sesli bir ilhamla mı gördüm? Yahu kuzum sen müzikten ne anlarsın?"

kasımı getiren akşam

Kasımı başından kanıksamış bulutlar, hasretle kucaklamışlar, daha biridir demeden göğe konaklamışlar. Gri hiç üşenmeden düşmüş yere ve göğe, gözlerimdeki bir damla, başka bir cemre. Görmeyi istiyorum bugün seni, müzeyi sarsarak yürüyeceğim. Vakit benim vaktim, bugün benim baharım, göğü üstüme, griyi arkama alarak, gözlerine bakacağım. Gördüm seni, içim titredi, akşamdı. Gri, gözlerin hariç heryeri kapladı. Müze yerine ben sarsıldım, kelimeler çoğaldı. Gri büyüdü göğü kapladı. Yalnızlık yeni bir hâl aldı.  * Dünü, dün böylece yazmıştım. Bugün de dünce, dünden ayıran sadece gece. Bulutlar yerli yerinde, heyecanım ve hüznüm yerinde, grinin rengi her yanda. Müze yerli yerinde.

kendini sonsuza yakınsak kılan yol

ve seni sevmek anadoludur, britanyadan büyük, roma cermenden kutsal, zelandadan yeni, hep yeni, hep eski, sonsuza yakınsak, prehistoryadan uzak. ve seni severken zaman eski bir kelime, sen zamanüstüsün, akrep ile yelkovandan habersiz, zamanca eskitilememiş yenisin, yaklaştıkça güzellleşiyorsun, yaklaştıkça uzaklaşan, vuslatsız bir yol gibisin. ve seni sevdiğimde içim büyüyor, bitmese de yolu yürüyorum, gözüne bakarken, âb-ı hayat yudumluyorum, sonsuz yolun ölümsüz bir yolcusu oluyorum, kağıda düşen kalem lekesinde ölümsüzlüğe yoldaş oluyoruz, sonu olan her yol bitiyorsa da, bu yol bitmek bilmiyor, sen bilmiyorsun, bu yolun taşlarını, yağmurlu akşamın hikmetini, kasımdan sonraki ayın kıymetini, ki sen kıymet bilmez değilsin, bilsen camdan fanusu tutar gibi taşırsın adını. ve seni seviyorum.