Ana içeriğe atla

Yenilgi günceleri.



İki:

Durmaksızın yazıyorum. Yazamadığım yerde ise düşünüyorum. Mesela sinemada. Filmin ortasında aklıma bir şey geliyor, bunu keşke şöyle yapsaydım diyorum. Keşkeleri olmayan o adamlardan değilim. Ne yaparsam yapayım ya geç ya da erken, yazdım. Sonrası ise keşke. Keşke erken yapmasaydım, keşke geç kalmasaydım.

Keşkeye gerek bırakmayan zamanlarımda oldu. Bir cumartesi ona yazmama, keşke yazmasaydım, demiyorum. Karşısına geçtiğim o gün, keşke şunu da deseydim yahut şunu demeseydim, dediğim olmadı.

Açık uçlu hikâye, keşke böyle bitmeseydi. Bir yenilgi güncesine çıkmasaydı sokak.

*

O mektubun sonunda keşke şiirin sonunu da yazsaydım: "ellerini tutabilsem Pia'nın/ ölsem eksiksiz ölürdüm" yazsaydım. Yazacaktım da. Sonra vazgeçtim.

*

Zamanında "yazacak birşey yoktu, bir saçın kıvrımında düne dönene değin" yazmıştım. Bugün de yazacak birşeyim yoktu, yeni bir fotoğrafta allak bullak olana dek. Dün yazdığımın üzerine daha derinden kesen bir gülümsemeyle bakıyor şimdi ekrana. Sanırım sahiden gülüyor. Yalansız.

Sigara da içmediğimden bakıp bakıp kendimi yakıyorum. Ruhumun sokaklarında yangın büyüyor, saniye saniye genişliyor. Yüreğimi çizen o şeyi duyuyorum. Yenilgi. Yenilgi büyüyor.

Üç hafta önce bir saat de olsa o gözlerin içine bakarken, neden söylemedim diyorum. Bir bıçak gibi kendimi yalanlıyorum. Bıçaklar kendilerini yalanlamaz, yalan yazıyorum.

Keşke söyleseydim. Yüzüne söyleseydim. "Yüzün ne güzel" deseydim. Saçların, gözlerin, burnun, dudakların, çenen. Ellerin, deseydim. Tutsam.

Ölmezdim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.