Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yirmibeşi Devirirken - Sonuncu Fasikül

Onu gördüm. Öylece bana bakıyordu bir bebek. Benimdi. Bendendi. Canımdan bir parça. Baba olmanın o dehşetli duygusunu, sonsuz mutluluğunu, sınırsız endişesini içimde duydum. Katıla katıla ağladım. Bu rüyayı geçtiğimiz ay gördüm. Hayatımın bir döneminin kapandığını, yeni bir zamanın, yeni bir yolun, başka yolculukların habercisiydi. Umudun habercidir bebek, umut insanın en büyük zehri olsa da, yine de bir bebek yüzünde kanarız umuda. Yahut, çocuk masumiyetini koruyabilmiş bir genç kızda. Kandım. Belki ben babamdım, doğan bebek ise bendim. İlk birkaç yılını hastanelerde geçirecek, doktorlardan birinin, annemle babama "çok da umutlanmayın" diyeceği bebek. Bendim. Ama, işte yaşadım. Pek çoğu güzel anılardan oluşan, yirmi beş yıl devirdim. Nice sokaklar yürüdüm, bazı sokaklarda bir kaldırıma oturup ağladım, bazı sokaklardan omuz omuza geçtim dostlarla. Yalan söylemeyeceğim, bazı boş sokaklardan şarkı söyleyerek geçen de bendim. Ama, işte yaşadım. Şiir yaşadım, kâh bir kediye

Yirmibeşi Devirirken - Onuncu Fasikül

"Mücehver takmamıştı, ama gözleri vardı." Bu cümleyle lise birde, o zaman ki edebiyat hocamın "Zamanın Manzara"sını tüm sınıfa okutmasıyla tanıştım. Lisede de güzel insanlar tanıdım, güzel hocalarım, kıymetli arkadaşlarım oldu. Oldu, olmadı. Olmamasının nedeninin çoğu da benim. Mesela, aşk uğruna, can havliyle, bir dostuma yaptığım birşey var ki, kendimi hâlâ affetmiyorum. Çocuktum, diyemiyorum, aşıktım, diyemiyorum, halis bir kötü ruh hareketiydi o. Ruhumun karanlık yüzünü, pek çok yazmayacağım takdir edersiniz ki, size kendimi o kadar da açmayacağım. Anı anlatıyoruz diye, kendimizi mi yerelim, kendimizi mi kötüleyelim illa ki. Sonra annem kızıyor zaten, "oğlum, neden habire benden adam olmaz, diye yazıyorsun" diyor. "What can I do sometimes?" diyemiyorum, adeta bir Fatih Terim gibi. "Big games easy than the other games. Unfortunately. everytime is we have the control the games, under the control the games, during the games. We have the

Yirmibeşi Devirirken - Dokuzuncu Fasikül

- Arkadaşlığımız nasıl olur? - Arkadaş olarak olur. - Öbür türlü? - Olmaz. - ... - ... - Neden? - Nasıl neden? - Neden olmaz? - Açıklamak zorunda değilim. "Neden olmayacağını?" sormuşum bir de. Cevabını vereyim, bu konuşmayı telefonda yaptım, hiçbir altyapısı yoktu, birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk bile. "Öbür türlü?" diyen bana, ben de "olmaz" derdim, hakkı var. İşte bu konuşmayı yaptığımda üniversite birinci sınıftaydım. Kendime de biraz fazla güveniyordum, siz gönül dostlarına bir ibret vesikası olarak sunuyorum ki, telefonda lütfen "arakadaşlığın öbür türlüsü" (ne menem birşeyse o) hakkında konuşmayınız. Sonra mesaj attım, özür diledim, "bu konuşmayı unutalım, bir daha da hiçbirşey yapmayacağım, arkadaş kalalım" dedim, sağolsun, öyle de oldu. Kendisine teşekkür ederim. O zamanlar, üniversite birinci sınıfta, güzel bir adamdım, neşeliydim, mutluydum. Ortalarda bir sevgi kelebeği, huzur hamamböceği, mutluluk salyan

Yirmibeşi Devirirken - Sekizinci Fasikül

Pelin Batu'nun sıkıntıdan uyuduğu program, Bilincin Arka Odası devam ediyor efendim. Üniversitede beş yılı doldurdum. Demek ki şimdiye kadar ki ömrümümün beşte birini, Dokuzçeşmeler Kampüsünde geçirdim. Öyleyse biraz yazmalıyım. Pek tabii, hâlâ yeni sayılabilecek şeyleri, birçoğunu yeniden göreceğim insanları yazmak biraz zor. Hazırlığa biraz dinlenmek için gittim, iki sene ÖSS'ye çalıştıktan sonra. Dinlendim de, sessiz sakin, pek de birşey yaşamadan bitirdim. Lisede sevdiğim kızdan sonra ilk defa birinden hoşlandım. Yan sınıftaydı, öyle kapı önlerinde konuşuyorduk. Açılmadım, ima etmedim. Hazırlıktan aklımda kalan, aynı sınıfta olmayan, ama aralarda sık sık denk geldiğim bir genç kız da var. Ondan hoşlanmadım da, aşık da olmadım. Ama, gördüğümde böylece (afedersiniz) öküzün trene baktığı gibi bakabileceğim biriydi. Ama, bakmıyordum tabii ki. Bir gece aynı durakta, farklı dolmuşları beklerken kulağımda çalan şarkıdan mıdır nedir, gözlerini kocaman açıp bana bakmıştı. Yahut a

Yirmibeşi Devirirken - Yedinci Fasikül

Korsan ve Düşmanları Adam eve girmek istiyor. Kuşlar girmemesini istiyor. Adam balon almış. Evine balon götürüyor. Yağmur yağmaya başlıyormuş. Adam buluta girmek istiyor. Öbür arkadaşı korkup kaçıyor. Adam arkadaşına mektup yollamak istiyor. Adam korsanı öldürüyor. Yukarıdaki öyküyü kafam dumanlıyken yazdığımı düşünmüş olabilirsiniz. Hayır efendim, ne münasebet. Zaten yazdığımı bile söyleyemem, yazmayı bile bilmezken, anaokulunda yapılan bir hatıra kitabı bu. Benim çizdiğim resimlerle, benim yazdırdığım hikâyenin birleşmesinden oluşan bu kitap, hâlâ "yazdığım" tek kitap olma özelliğini korumaktadır.  Esasında öyküyü biraz geliştirsem Altıkırkbeş'e underground ayağına yollayabilirmişim. Düşüneyim ben bunu. Sizlerle bu harika eserden, iki muhteşem resmi de paylaşmayı borç bilirim.

Yirmibeşi Devirirken - Altıncı Fasikül

Beşinci sınıfta, bir maçta Lev Yashin performansı sergilediğim, ikinci maçın ilk yarısında bir araba gol yediğim turnuvanın sonunda, beni "En Centilmen Sporcu" seçmişlerdi. Sahiden de yenildiğimiz maçların sonunda rakiplerimizi tebrik ediyordum. Vlaovic'i düşürmeyen Alpay'dım, takımımın bir araba gol yemesine engel olamıyorsam da, fair play'den ödün vermiyordum. Ödül verdiler. Bir çift spor çorabı ve bir çokonat verdiler ödül töreninde. "Gol de yerim, çokonat da yerim" diye reklam filmi yapsalarmış olurmuş. "Temiz Hava ve Dostluk" şiirimi de (ne şiirmiş yaz yaz bitmedi, çok çevreciyim yalnız dikkatinizi çekerim. Bir ara arayıp bulayım da, yazayım şu şiiri bloga) müdür yardımcısı Cemal Hocam, bir cuma töreninde herkesin ortasında okutmuştu. Rüzgarlıydı oldukça, elimdeki kağıt bükülüp duruyor, şiiri okumaya uğraşıyordum. Uzun bir mücadeleyle zaten uzunca olan şiiri bitirdiğimi ve herkesi bayılttığımı hatırlıyorum. Lisedeyken futbol turnu

Yirmibeşi Devirirken - Beşinci Fasikül

"Anılarımda Gezelim Görelim" programında, bugünkü durağımız Bostanlı'daki "Yüzüncü Yıl Apartmanı" Önündeki büyük merdivenle dikkat çeken bu apartmanda 6 kat ve küçük bir köy kadar hane bulunmaktadır. Babaannem ile rahmetli dedem, otuz yıldan fazla bu apartmanda, kat 5 daire 29'da,  yaşamaktadırlar. 1986'da annemle babam evlenince, aynı apartmanda  2. kata taşınmışlar. 1987'nin Eylül ayının 29'unda bir hastanede dünyaya gelmemin ardından, "ayrı eve çıkacağım ben" desem de, beni dinlememişler, ben de hayatımın ilk dört yılını burada yaşamışım. İlk hatırladığım şey, ilk ismimin sahibi Remzi dedemi taşıyan bir ambulansı görmem, sonra annemle, babaannemin ağladıığını börüp "Büyükler ağlar mı?" diye kendikendime şaşırmam. Ama, ilk hatıramı Bostanlı'da değil, Çandarlı'da yaşadım, dedem ile babaannemin yazlığında. Dedem fenalaşmış, hastaneye giderken aklıma böylece unutulmaz bir resim bırakmış. İlk hatıramda olmasına rağmen,

Yirmibeşi Devirirken - Dördüncü Fasikül

Anılar denilen bilinç dolabını açtığımız zaman, okuldan bahsetmemek olmaz. Anaokulu, ilköğretim, lise ve üniversite derken, aklıma gelenlerle epey bir yazabilirim herhalde. Neyse ki, askerliğimi yapmadım, o konuda siz okurlarım müsterih olunuz. (Jandarma ağbilerime not: Kaçak değilim, üniversite öğrencisiyim. Yoksa niye yapmayalım ağbi, valla bak.) Anaokulu iyiydi güzeldi. Çok sevdim, iki sene okudum. Öyle aman aman birşey hatırlamıyorum.  Şöyle  birşeydi. Ben doksan santimdim. Birinci sınıfın okumayı öğrenmekten başka bir yararını görmedim. Hayır, bir zararını da görmedim. Okumayı öğrendiğimden beri, ne bulursa okuyorum, çok okuyorum. Çocukken durakta beklerken yolda uçuşan gazeteleri ayağımla düzeltir okurdum. Okumaya başlamamla beraber, depresyona da girmişim. Şaka bir yana, okumakla alakası olmasa da birinci sınıfta ciddi bunalım geçirdiğimi çok sonradan öğrendim. Okulumu değiştirdiler. Ben birinci sınıftan beri depresyonlara giren çıkan, okuyan ve yazan bir adamım. Boş adam

Yirmibeşi Devirirken - Üçüncü Fasikül

Bir şekilde çocukluğumdan, anılarımdan bahsedeceksem, yolum rahmetli anneannamlerin Mersinli'deki apartmanından geçmek zorunda. Dedem ile anneannem ve üç dayımın yaşadığı apartman, tam bir aile apartmanıydı o zamanlar. İzmir Atatürk Stadyumunun yanı başında, yan sahalarında, bazen de tribünlerinde geçen bir çocukluktu benim ki, bizim ki. Yasin ağbim, (ağabey yazmayı hiç sevmiyorum) Berat ağbim, Burak, İskender ve ben. Pek tabii, Neslihan ablam ve Nilay ablam. Lev Yashin olmadan çok önce, Mario Jardel olmuşluğum vardır. Leblebi gibi gol atıyordum, ama nasıl? Yasin ağbim kafama yüzde yüz isabetli ortalar atıyor, kafama çarpan top (hadi kafa attığım diyelim) iki ağacın direklerini oluşturduğu kaleye giriyor, böylelikle Altın Ayakkabı'ya gidiyordum. Bir defasında, apartmanın önünde kıran kıran kırana geçen bir mahalle maçında, "file bekçiliği", kalecilik yaparken (olmayan fileler pek tabii, koruduğum kale karşıdaki evin bahçe kapısıydı sadece) garajın yanındaki duvard

Yirmibeşi Devirirken - İkinci Fasikül

"Anılar bizi yalnız bırakmaz / Yalnızız yine de"  Murathan Mungan Dolmuştaydım. Mesajlaşıyorduk. Başını sonunu hatırlamıyorum mesajın, yanılmıyorsam "yeri değil ama" mealinde başlıyordu, "seni seviyorum" yazmıştım. "Ne desem ki" yazmıştı. Dememesi gereken şey, tam olarak buydu sanırım. Ama, duyduğum en kötü şey değildi. Bu yazdığımdan da bir sene önce, ki lise iki oluyor, biri ben olmak üzere üç erkek, bir de hoşlanılan kız yürüyorduk. İki arkadaş uzay mekiğinin parçaları gibi, bizi yalnız bırakmak üzere ayrıldılar. Tehmin edeceğiniz üzere "açılmak" denilen o talihsiz konuşmayı yapmak üzereydim. Karşımdaki kız egodan yapılmıştı ve ben çekingen, korkaktım. Elim ayağıma dolaşarak, "senden hoşlanıyorum" dedim, "yapma be!" dedi. Gerçekten yapmamalıydım, hayatımda en pişman olduğum şeylerden biridir, ona bunu söylemek. Böyle bir terbiyesizlikle  cevap veren birinden, ne halt yemeye hoşlanmışım bilmiyorum. Gönülün ko

Yirmibeşi Devirirken

Altıncı sınıfta okul içi turnuva için futbol takımı kurmuştuk. Adını benim üstümdeki bir tişörtteki yazıdan etkilenerek " Heroes" koymuştuk. Sağolsun arkadaşlar futbol konusunda ki yeteneksizliğimden dolayı, yine de beni onore etmek için takımın teknik direktörü yapmışlardı beni. 1999-2000 dönemi, Fatih Terim yönetiminde efsanevi Galatasaray dönemi. Ben de Galatasaraylı olduğuma göre, temel mantığı yanıltmayarak, Fatih Terim'i rol model aldım. Tabii ki, "öğrencilerim" beni pek dinlemiyordu, Fatih hocanın o sert otoritesini sağlamakta zorlanıyordum. Peki ben ne yaptım? Bir maçta, defansta oynayan o zamanki arkadaşım hata yapınca, yanıma çağırıp maç ortasında tokat attım. Rol model almayı bir adım ileri taşımıştım, Leeds maçında kırmızı kart gören Emre sanmıştım arkadaşımı. Dostum, Emre değildi pek tabii, hatta demek ki Eyüp peygamber sabrı varmış kendisinde, yine de birşey yapmamıştı. Ben olsam, beni döverdim. Kendisine teşekkürü borç bilirim. Finale kadar çı

Bilinçoyumu

Bir rüyamla ilgili daha önce Bilinçoyunu diye yazmışım. ( http://www.adamolmazadam.com/2011/12/bilincoyunu.html ) Freud yorumlayamayacak olsa da, "hayrolsun" diyerek, bugün ikinci bir rüyamı anlatacağım. Rüyamda Filistin'deydim. Herhalde Gazze olması gerekir, Mavi Marmara'daki şanlı tayfaya daima özendim, özeneceğim. Bir intifada hâlindeydik, çok kalabalık bir grup yürüyorduk. Bir barikata geldik. Dar bir sokakta oldukça kalabalık, neredeyse sonsuz ve sıkışıktık. Saflar sıktı, saflar çoktu ve sıkışıktı. Zafer işareti yapmak için kolumu kaldıramıyordum, yanımdakine kolumu kaldırmasını rica ediyordum. İsrail askerlerinin barikatıyla karşılaştık. Askerler tüfekleriyle bekliyordu, kamyonetler vardı. Bir de tank vardı.Ön sıralardan birinde olduğumu ve bir çatışma çıkarsa öleceğimi farkettim. Bundan korkmadım. Gurur duydum mu bilmiyorum, ama korkmadım. Ölüm kültürünün yüceltilmesinden bahsedecek olabilirsiniz. Ama benim düşündüğüm, orada çocuklar öldürülürken, benim hi