Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ağustos, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Mutsuzluk çoğalırken.

Yüzler azaldı, yazmışım en son. Sahiden de azaldı. Yüzler, yüzlerin kelimeleri, yüzlerin sesleri. Yalan yok. Hemen herşey alışıldık bir şekilde, öylece. Günler birbirini takip ediyor. Ancak, bombalar var. Yeni bir yangının habercisi gibi, umutsuzluğun resmi gibi. Mutsuzluktan söz edilebilir ancak böyle zamanda. Turgut Uyar'ın ölümünün sene devrinde, Antep'ten başka ölüler toprağa girerken, yeni bir iklim görünüyor kapıda. Turuncu bir mevsim beklerken heyecanla, gri yahut korkarım kara bir mevsim yaklaşıyor, heyecan ölüyor. "Kapılar çarpılmaktan yoruldu." diye bir cümlem var prehistoryamdan. O günden bugüne kapılar daha çarpıldı ve daha da yoruldu. Değişen birşey yok. Yüzümüzde nice gülüş, nice kötü haberle çarpıldı, bu toprakların kaderidir, kaderimin de hamurudur. Nice de gülümsedik, güldük de. Yalan yok. Ama, mutsuzluk iklimi, kaderimdir. Kader. Büyükçe bir kelime. Gözümde, tesadüf dediğimiz herşeyin toplamı. Kader olmadan, geçen temmuzu bile açıklayamıyorum.

Ağustos azalırken.

Ağustos azalıyor. Eylüle, güze, güzel zamana varma hasretiyle günleri harcıyorum. İzmir'e ilk güz yağmurunun düşmesini bekliyorum. Verilmiş bir sözü bekler gibi yahut cemrelerin düşmesini bekler gibi. Baharı ve güzü birbirinden ayırmadan, ilk ve son, tüm baharlara eyvallah diyerek, öylece bekliyorum. Ama, güze sonbahar diyesim gelmiyor. Sonbahar da şairane bir kelime; ancak güz, tok ve turuncu sanki. Güz, gönlümde sonbahardan güzelce. * Ağustos azalıyor. Ama, gecelerin uzamasından başka, çoğalan birşey yok. İnsanlar da azaldı. Sesler de, yüzler de dahi. Neden, nasıl bilmiyorum, bir anda, ansızın, sessizlik çoğaldı. -Gecelerin uzamasından başka, sessizlik de çoğaldı.- Herhalde, dedim, arkası görülecek şeyler bitti. Arkası yazılacak şeyler bitti sandılar, sanıyorum. Bilmiyorum, belki de yanılıyorum. Zaman gösterecek. Zaten bekliyorum. * "Kelimelere çok fazla anlam yüklüyorsun" dedi dostum. Öyle. Özellikle yazdığım her kelimeye titizlikle yaklaşmaya çalışırım. Yazı

Bir akşam geceye vararken.

Bir zaman, akşam geceye vararken, bir an öyle oluyor ki, şairlerin o küstah acılarından dolayı, şairlere kızıyorum. Sanki, benim acım sonsuzmuş, şiir yazmak benim hakkımmış sanıyorum, yazamadıkça da şairlerin alayına sinkaf ediyorum. Benim olan, olması gereken, herşeyi elimden alıyorlarmış gibi geliyor. O çocuk ve şairler bir oluyorlar, beni biçare kılıyorlar sanıyorum. Oysa, hiçbirşey, hiçbirisi, benim hakkım değil. O çocuğun da, şairlerin de suçu yok. Ama, bunu bana anlatmayın. Öfkemi elimden almayın. Şairler, şiirimi çalınca, bana birşey kalmadı. * Dün, "göğünyüzüne"yi yazalı bir yıl oldu. Hiçbirşey olmadı. Hiçbir şiir de yazmadım, yazamadım, ondan sonra. Bir defa, eylülde, bir şiirim öldü, sonra ben öleyazdım. Ekim, düzgün bir güzdü. -tam anlamıyla, düşkırığıyla beraber- Kasımda, kendimden de, ondan da nefret ediyordum. -aşık olduğumu bilmediği gibi, bunu da bilmez, bilmesin de zaten- Aralık desen, onaltısında, saplantılı tuhaf bir kutlama. Ocak ve şubat'ı sorma,

Alıntılardan Bir Takı

Bazan bir tesadüf, hep geçtiğin bir sokağı başka bir sokağa çıkarır. Bunu benden daha güzel Sabahattin Ali'nin, Raif'i anlatacaktır. "(...) Hangi hain tesadüf dün onları yolumun üstüne çıkardı ve beni, senelerden beri dalmış olduğum derin uykudan, artık yavaş yavaş alıştığım hissiz uyuşukluktan ayırdı. Deli olacağım, yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeyler pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım... (...)" * Bazan bir tesadüf akşamüstülerinin o  nedeni bilinmez kadim alışkanlığını bize gösterir. Ahmet Muhip Dıranas'ı ve "Olvido"sunu yalanlamazlar: "Hoyrattır bu akşamüstüler daima" ** Ama, dünü, akşamhüznünü, o alkolsüz sarhoşluğu yazmalıyım. Ama, bu akşam değil. Bu akşam ancak alıntı yapacağım. Çünkü, "ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara" *** "Akşamları gelir incir kuşları, Konarlar bahçemin incirlerine; Kiminin rengi ak, kiminin sarı. Ah, beni vursa

Sırdan bir akşam.

Eksik vuslat'ı tamam etti, yazsam yalan yazacağım. Bugün ne yanlış, ne de yalan yazabilirim. Ancak, okuyan anlamasın diye eksik yazabilirim. Bugün, ikinci yeni şairlerinin neden birer birer bu ayda, ağustosta doğduğunu öğrendim. Bu bir sır, size yazamam. Sekizinci Ferdinand'ın ben olmadığımı da öğrendim, öncesinde bir deli her nedense -nedensizce- saati sordu bana. Neyine gerek, demedim, beşi çeyrek geçiyor, dedim. El hareketiyle sıcaktan yakındı, haklıydı. İzlediğim yollar bozuldu, bütün hikâyem akşam oldu. Sonra, şiir kitabı aldım. Bu sırrı öğrenince, ancak bunu yapmalıydım. Sanırım, adak adadım, şiir ağacına çaput bağladım. Beni zorla şair yapmak istiyordu çünkü, üstelik haberi yoktu. Tüm eski yollarımı dal gibi kırmıştı, haberi yoktu. Ben yalnızdım, o ikiydi. Yola girdiğimde, çarem buydu. Biliyor muydum? İstiyordum, sırrı öğrenmeye hazırdım. Haberim yoktu, ama bilemezsin zaten. Kader bilir, yolun sonunda nereye çıkacağını. Yolun sonunun nerede bittiğini bilmediğim, nereye

Yazıda bir çatlak.

Sürekli yazmaya çalışıyorum. Önceki yazdığım yazıda bir çatlak bulup, onu büyüterek oradan bütünü parçalamak, yeni bir yazı çıkarmak istiyorum. Kafamın içindeki ağırlaştıkça, sıcak bastıkça, sevdiğim kadının yanında bir gölge kadar değerim yokken vesaire, herşeyi parçalar gibi yazıyorum. Öyle istiyorum, öyle düşünüyorum. Düşünmeyeceksin, diyorlar. Haklılar da. Ama, düşünmeyince ben bir başkası olacağım. Çünkü, ben düşünürüm, öyle yapmam lazım. Elimde ne yoksa, yoklukların yerine o güzel'i koymam lazım. Güzel de benim değil, güzelin umru da değilim, ama birşey değişir mi? Değişir. Ama, yapacağım birşey yok. Olmamış geçmişler yaratıp, sırıtırım kendikendime hiçbirşey yoksa elimde. Kendim. Benim en kadim dostum ve en büyük problemim, aynadaki adam. Aynı hataları tekrar eden, kendini düzeltemeyen, düzeltemedikçe de yalnızlaşan adam. Yalnızlaştıkça da huysuzlaşıyor üstüne üstelik. En beteri, onbeş yaşından beri zaman zaman yetmiş yaşına gidip geliyor. Kendimi az çok biliyorum, kendi

Gereksiz bir günlük.

Şairler birer birer doğuyorlar ağustosta. Bir tek cümlem var, bir cümleden yola çıkarak, ama ancak yola çıkarak, neredeyse bu cümleyle alakasız bir yazı yazmak istiyorum. Yazı yazmak istiyorum bu yaz, durmaksızın yazmak istiyorum. Sızım durmaksızın sızım sızım sızlıyor, diye ucuz kelime oyunu bile yapacağım. Duraksız bir sancım var çünkü, onu bilemek için yazıyorum. Yazarak azdırıyor da olabilirim, öyle olsa da yazacağım. Canım yazmak istiyor, okunaksız bir hatıra'dan sonra, gereksiz bir günlük yazacağım. * Turgut Uyar'dan sonra, Edip Cansever doğdu bugün, ikinci yeni, her ağustosta yeniden doğuyorlar. Şairler ölmüyorlar, ölümsüz olmak istediğimden mi şair olmak istiyorum. Bilmiyorum. Ölümden korkuyorum. Karanlık zamanlarımda, kendi prehistoryamda, ne kadar cesurmuşum ölüme karşı. Hayır, ne kadar çocukmuşum ölüme karşı. Ölüme karşı kör cahilmişim, cesaret değil bu. Ölümü ben bu kış öğrendim. Kendimle ve anneannemle öğrendim. Yazamıyorum bile. Daha yanına yanaşamadım bu

Okunaksız bir hatıra.

Cumartesiyi yine yazmalıyım, ilmek ilmek yazmalıyım. Hiçbirşey olmamasının o mutlak yoğunluğunu, "âh minel aşk ve minel garaib" dedikten sonra, bilip bilmeden büyüyen suskunluğu. Bilmediğini nasıl öğrendiğimi yahut sandığımı, tüm bu ağustosa nereden geldiğimi ilk baştan yazmalıyım. Yazmamalıyım belki de. Çünkü, en başta, yazacak birşey yok. Tövbe, aşkımdan başka birşey yok, onu da çok yazdım. Ancak, yeni kelimelerle yazabilirim, yeni kelimelerim olursa. Ama, cumartesi -eksik vuslat- sandığımın aksine, kelimeler getirmek yerine, kelimelerimi kaçırdı. Yazacağımdan çokça emindim oysa, ne de olsa gözlerine bakınca onca kelimeler talan edecekti aklımı. Etmediler. Buruk bir gülümsemenin kelime anlamıydım, kelimem yoktu. Nereden bakarsan bak, açıkça yazmamalıyım. Çünkü, hiçbirşey olmadı. Adı olmayan bir kimseymişim, gölgeymişim ancak. Bunu mu yazayım? Bana bir çocuğu sever gibi seslenişini mi? Hayır. Hepsini yazacağım, sırası gelecek elbet. Ama, bilincimin oldukça üstündeler dah

Muğlak bir cumartesinde.

önce: umuda en çok sen kızıyorsun anladım, demedi. deseydi, zaten en çok senin hakkın, demek zorunda kalırdı. neredeyse. zorunu sevmediğinden demediğini sanmıyorum. sonra herkes kalktı. ben de kalktım. herkes kalsa, ben yine kalkacaktım. kalkıp oynayacaktım, demeliydim iyisi, ama yalan. kalkıp ağlayacaktım, desem, ağlamak için kalkmana gerek yok, demezdi. hayır, kalkıp ağlamayacaktım. ağlamak geliyor içimden, ama bazan. şimdi bekliyorum, kelime topluyorum, otobüs eskitiyorum. * bu nasıl bir gün, sormadım. çünkü, cumartesi. hayır, çünkü muğlak bir cumartesi. bulanık. görmeye ve görmemeye de korkak. uykumu yoran bir çatlak. Büyüyor. * bu nasıl ağustos, demedim. ağustos tam olarak böyledir. budur. yorgun uykular uyuyup, gözlerini görürüm. belki de bundandır, ağustosu bekledim. gördüğünde beni tanıyacağı kelimeler olsun diye. ne kadar mutlak yazmışım. kesin olan, ancak muğlaklık oysa. * Muğlaklık, eksik bir vuslata doğru gidiyor. ilk orucunda iftara yaklaşmış bir çocuk kadar h