Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

kendini kusursuz kılan heykel

sokak akşamdı. vakit karanlıktı. her kelime'de sanki'yi öldürüyordu. her kelimede kusursuz, her susuşunda mükemmel tarihöncesi bir heykel yahut tarihüstü bir hızıra yaklaşıyordu. bir fotoğrafa bakarken yüzü, baktığı ve hatta hemen her bebekten bile daha. hep özlediğim evvel zamandı gözünde gördüğüm. güzel zamanlar hikâyesi parlıyordu gözlerinde. hep aradığım yanımdaydı. bana yazmayı öğretecek olan, bana şiir yazdıracak kadim heykel, öylece yanımdaydı. öyle de uzaktı. ben ona bir kimseydim, apartman boşluğu karanlığı kadar tanıdık ve yabancı. biliyorum şairin imgesiydi o. (asaf'ın lavinia'sı, karakoç'un rosa'sı, atillâ ilhan'ın maçka'da yaşayan n.'i, hepsi, her birisi ve nicesi) nasıl olduysa bulmuştu beni, yanımdaydı, gözlerine apaçık bakıyordum, görüyordum hızırı. Re'ydi, sanki'sini kendi elleriyle öldürmüş bir notaydı. öylece bakıyordu, tüm şairler onu eksik yazmıştı.onca yazılan ve hatta hemen şiirden bile daha. eksik şiirlerden bazıları e

Akşamdı

Göğe bulutlar yerleşti. Her biri kendine ait yeri aldı. Hepsi sessizce sustu. Akşamı bekliyorlardı. Ben onlara bakıyorumdu, bir akşam kedinin biri vardı. Tüm suretler yüzümde yerini aldı. Cevapsız sorular soruldular sonraydı. Söylenmesi olanaksız şeyler yine söylenmedilerdi. Biliyor mu? Bilinemedi. Aylar birbirine karıştı, günler zaten dün de karışıktı. Fotoğraflara karşı bir karanlığın kararlığı vardı. Yüzü vardı andırıyordu Hızırı. Gözü vardı çağırıyordu yazmayı. Sokaklar lambadan dolayı sarıydı. Merdivenler karanlıktı ve kapılar soğuktu. Sinsiydi sokak hayvanları. Seni seviyorum denmedi.

Yirmi iki on ikibininoniki Güncesi

Yine rüyalardan yorgun uyanıyorum, yine uykumda ve uyanıkken sayıklıyorum, uyanıkken hep uykuluyum yine. Hepsi onun yüzünden, ama onun suçu değil. Birazı benim suçum, bazısı suç değil. Kafamdan cümleler akıyor öylece, onları mısra yapmadan yazıyorum yine. Bir de gözlerim dolu, ne kadar yağmursuz bir ekim olduysa o kadar gözlerim dolu. İki gözümün her ikisi ve sessizliğim dolu. * Ben hiç sabahçı kahvelerinde sabahlamadım. Şairliğimin eksikliği burada demek ki, şair olamayışımın nedeni. Paris cafe'lerine de gitmedim üstüne üstlük, bir neden de bu olsa gerekir. Diyebilirsiniz, sabahçı kahvelerine giden herkes şair mi oldü, tır şöförleri ve ayyaşlar. Değil. Peki her Parizyen yurda şair mi döndü, diye de sorabilirsiniz. Hayır. Fransızca bilir misin derseniz, hayır. Ama, yemek yerken "bon appétit" demeyi bilirim, yemekten sonra "elhamdülillah", Turgut Uyar olmasam da, şair olamasam da, günahkarlığım vardır bir parça. * Sokaklar bilmez mi bir adam neden çiğner

On sekiz on ikibinoniki Güncesi

Gidiyor, bir hayalet olmaya bana, sonsuza dek Re kalmaya bana, gidiyor, aylar sonra. Herşeyin özü bu, sevdiğimin sevdiğini sevmemin nedeni bu, her başka konuşmasını kıskanmamın nedeni bu, kendimi bölüp durmamın nedeni. Gülmemin gerçekliği ve sahteliği, gözlerimin durduk yerde ve olmadık zamanlarda dolmasının. Gidiyor. Unutuyorum, aklıma geliyor. Bahar gelmesin istiyorum, gelecek kış uzadıkça uzasın. Kar yolları kapasın. Fena olacağım biliyorum. Bugünden aklıma geliyor. Yüzümü kırıyor. Re ve Rosa bir güzel iki hayalet, diye yazıyorum kağıda. * Yanımda ancak saklayarak alabildiğim bir şiirden kitap. Yasaklı değil, ama görmemeli içinde yazanı. O ve o, görmeleliler. İçimde yazanı yazdım, sanki şair şiirlerini üstüne yazdı. Değil, biliyorum ki değil. Zamanüstü bir hikâyesi olsa da yazdığım ve yazdığının, Re yahut Rosa her birisi büyük birer hayalet olsa da, biliyorum ki değil. Bildiklerim bunca değil, daha da olmazlar, daha da değiller biliyorum. Bilerek okuyorum kitabı. Dua değil ama

Ben ile Kendim: Volüm yahut Bölüm İki

Güneşli, ama serince bir ekim günüydü. Okuldaydım. dersi bekliyordum. Bir bankta oturmuş, çayımı yudumlayıp, bir yandan da gelene geçene bakıyor, kendimce vakit öldürüyordum. İlham geldi, "Güneş güzü yalanlıyor." dedi. "Seni yalanlamadan git buradan, yürü git." dedim. Yüzsüz ilham yandaki banka oturdu. Gözlerini de bana dikti, çağırayım diye bekliyor, "he mi?" dercesine bakıyordu. İlhama sinirim geçmemişti, yüzsüzlüğünü gördükçe de artmıştı. Okulun çıkışına kadar kovaladım. Nefes nefese kalmıştım, elim ayağım titriyordu. Oturdum. Gözümü eğlemeye devam ettim. Belki de doğuştan bir yazar olarak, istemsizce, nefes alır gibi gözlem yapıyordum. Kendim geldi, teklifsizce yanıma oturdu. "Nefesini sevsinler, kendini yazanım, kendine yazarım benim." dedi. "Yahu arkadaş, iç sesime ne karışıyorsun." dedim. Güldü. Gülünce pirinç dişleri gözüktü. "Gülme, gülümse." dedim. Fularsız bir Hıncal Uluçmuşçasına gevrek gevrek güldü. "Hayrol

Ben ile Kendim

Sakin bir akşamdı. Evde bir başıma oturuyor, çayımı yudumlarken haberleri izliyordum. Kapı çaldı. Bu saatte gelen kimdi? Kimdi bu münesabetsiz? Kapıyı açtım, karşımdaki kendimdi. Tadım kaçtı. Kimbilir yine neler zırvalayacaktı. Bana küçümseyici bakışlar atarak sorgusuz sualsiz içeri girdi. Döndü bana bakmaya başladı. Benim bilmediğim birşey biliyormuş gibi, küçük dağların inşaat ihalesini almış gibi bakıyordu. "Ne bakıyorsun?" der gibi baktım, kaşımı gözümü oynattım. Böylesine kıl bir adam daha tanımıyordum. Gereksiz bir olgunluk, ukala bir bilmişlik ile beni canımdan bezdirmişti. Salona doğru yürümeye başladı. Bir vazo alıp arkasından kafasına vurarak bayıltmayı düşündüm, ama ne olursa olsun insan kendine kıyamıyor. Televizyona baktı. "Harp çıkma olasılığı var mı?" dedi. Sustum. İçimden "la havle" çekip ben de salona geçtim. Koltuğa kurulmuş, bacak bacak üstüne atmıştı. Karşısına geçtim, rahatça oturdum. "Orada burada arkamdan konuşuyormuşsu

Gri Güzden Bir Gecede Party Rock!

Gri bir güz öylece camdan bakarken, hüzünle kalemi elime aldım. Üçüncüydüm, Attila İlhan şiiri okuyor, nemli gözlerle camdan bakarken, bir yandan da mırıldanıyordum. O an farkettim ki içimde bir party animal gizliymiş. Ne mırıldanıyorum diye kendimi dinledim. Sevgili okuyucu kendini dinle, aynayla yüzleş, konsere giderken de Serdar Ortaç the Master Guru'nun posterleri sana yolu gösterecektir. Neyse. Hangi şiiri mırıldanıyorum diye kendimi dinlerken, çok afedersiniz, kendimi "I'm sexy and I know it" derken buldum. Kendime kızdım, kendimi ciddiyete davet ettim, içimden kırk kere gri, kırk kere güz dedim. Gözlerime bulut inmişti, odanın ortasında bir başıma Gangnam Style dansı yaptım. Dün zıplamaktan tabanlarım çürüdüğü için bir süre sonra bıraktım. Evet, başıma ne geldiyse dün geldi. Kardeşim kolumdan çekerek beni konsere götürdü. Ayran içip DJ'i dinlerken içimdeki ilham çantasını toplamaya başlamıştı. Musiki sanatınının içine eden sanatkârlar sahneye çıktığında

Belirsizlik var

" Belirsizlik var " diye söyledi geçen gün bir adam. Herşeyden habersizce, başka birşey hakkında. Öncesi ve sonrasını hatırlamıyorum, sonrasını duymadım da zaten, kendi içimde tekrar ettim, sonra bir kenara yazdım. Yazdığım yerde büyüyor belirsizlik, sonu belli bir belirsizlik. Mutsuz sona giden yollardan birini seçmem hakkında bir belirsizlik var, zaman güz ve ben öylece susuyorum. Hüzünle. Gerekli bir hüzün bu, yerinde ve zamanında. Güzünde. Akşamını bekleyen gününde. Akşama varıyor günler, günlerin amacı yekten bu güzün, bir an önce kavuşmak akşamına. Susmanın hüznü, oldukça susmanın, susmak zorunda olmanın. Çünkü, kelimeleri söylesem kelimeler kırılır, öylece büyüttüm. Gerekli bir susmak bu, güzünde ve akşamında. Güzel bir susmak böylece, çünkü kelimelerim söylenmedikçe güzel. "Neden susuyorsun? Sen neden hiç konuşmuyorsun?" diye sorulan zamanımdayım. Kendi zamanım, hakiki yurdum, güzdeyim. Bir yağmur eksik, yağmurun eksikliği kelimelere vuruyor. Yağacak bil

Tarifsiz

Tarifi zor günler geçiyor, yazması zor. Okunaksız yazsam dahi kelimeler kırılıyor. Öylece kendi uçurum kenarlarımda, yahut başka hayatların müzelerinde geziyorum. "Müze", bir dostum dedi bunu, "kaybettiğin kupanın olduğu müzeyi geziyorsun" dedi. "Kupa kaybedilir de, nota kaybedelir mi?" diye soramadım. "Müze" doğru bir kelime çünkü, yazması zor bir müze geziyorum. Kelimeler dahi kırılgan bir müze, bir yere değmeye korkuyorum. Ben bir yere değmeye korkarken, bir yandan içimde tüm organlarım sarsılıyor. Kalbimi sıkıyorlar, bağıramıyorum da. Öylece bakıyorum, "neden hiç konuşmuyorsun?" diyor. "Dinlemeyi seviyor" diyor başka bir dostum. Doğru. Dinlemeyi seviyorum.Öylece. Bir yandan da konuşmaya korkuyorum, rüya mı gerçek mi anlamadığım bu müzede. Uyumak ve uyanmak hakkında bir iki kelime ediyorum. İçim titriyor. Müzenin duymaması lazım içimin titrediğini. Tekrar susuyorum. Öylece susuyorum. Ağlamak geliyor içimden bir an, onu

Âli Cengiz

"Âh min-el aşk" Yirmibeş yıldan, kaç defadan sonra. Yine buradayım. Her defasında bendim, her defasında biraz başka. Sonuçta, belki de bambaşka biri oldum, belki de hiç değişmeden, bir arpa boyu yol alamadan. Öylece. Bilmiyorum. Emin değilim. Bu bilinmezlik güzel. Yarının bilinmezliği aslında, hayatın bana öğrettiği. Çok fazla ders almasam da yaşadıklarımdan. Yarının bilinmezliğini öğrendim. "Hayatta olmaz" dememeyi. Yirmibeşi yılı devirdiğimde elimde. Öylece. "...ve min-el garaib."  İnsanız. Garip mahlûkat. Bilinemez, öngörülemez. Dün düşünmediğin masadasın, karşında başka bir sen. Sen o olmak istiyorsun, sen onun sahip olduklarına özeniyorsun. Çocukça. Öylece. Masaya oturmadan önce başka biriydi oysa, masadan bir başka, garip bir sen daha kalktı. Bir ben daha, biz. Hayatın bana öğrettiği, tam böyledir. Böylece. bir öykü içindeyim, yahut öykü benim içimde. benden başka ne varsa o, ondan geriye ne kalırsa ben. zahir yahut zehir. umut yahut bela. öt