Ana içeriğe atla

Tarifsiz

Tarifi zor günler geçiyor, yazması zor. Okunaksız yazsam dahi kelimeler kırılıyor. Öylece kendi uçurum kenarlarımda, yahut başka hayatların müzelerinde geziyorum. "Müze", bir dostum dedi bunu, "kaybettiğin kupanın olduğu müzeyi geziyorsun" dedi. "Kupa kaybedilir de, nota kaybedelir mi?" diye soramadım. "Müze" doğru bir kelime çünkü, yazması zor bir müze geziyorum. Kelimeler dahi kırılgan bir müze, bir yere değmeye korkuyorum. Ben bir yere değmeye korkarken, bir yandan içimde tüm organlarım sarsılıyor. Kalbimi sıkıyorlar, bağıramıyorum da. Öylece bakıyorum, "neden hiç konuşmuyorsun?" diyor. "Dinlemeyi seviyor" diyor başka bir dostum. Doğru. Dinlemeyi seviyorum.Öylece.

Bir yandan da konuşmaya korkuyorum, rüya mı gerçek mi anlamadığım bu müzede. Uyumak ve uyanmak hakkında bir iki kelime ediyorum. İçim titriyor. Müzenin duymaması lazım içimin titrediğini. Tekrar susuyorum. Öylece susuyorum. Ağlamak geliyor içimden bir an, onu öyle görmek ne zor. Yapamam. Yanından ayrılsam da hâlâ müzedeyim, öyleyse ağlamak yerine gülümseme giyiyorum. Anlatıyorlar. Konuşuyorlar. İçim sarsılıyor, içimi tutmalıyım. Susuyorum. Böylece.

bir oyun içindeyim, yahut oyun benim içimde. dünden başka ne varsa yarın, benden başka ne varsa o. evvel ile ahir, zehr-i umut ve dahi aşk-ı nevâ. ötede bir müze, gidiyorum, giriyorum. içim titriyor önce, müze titriyor sonra, en sonra zelzele. öylece buradayım. gökkube yakın, elimi uzatsam elini tutabileceğim öylece uzak. bir titreme içimde.

ötede.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.