Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Terzinin işi.

Öylece akşamlar geliyor birbiri ardına. Zamanı yanıltan bir hızla yağmurun hızıyla. Geliyor ve geçiyorlar ölü şairlerin kelimelerinde. Eylemsiz bir boşluk büyük uzayda zamanın ardında şimdi zihnim. Tamam yine eksik uykular uyudum, kötü rüyalar gördüm, gerçeği birkaç parçaya böldüm, kendimi kandırdım, kimseyi kandırmadım, ismini yazmadım, adını söylemedim, sokaklara bakmadım, sokaklara baktım. Renklerini okudum lambaların. Eylemsiz durağan ışığında sarı renginde yıkandım. Ötede bir sokak var akşamların birinden kalma hep orada yürüyorum. Tek bir ismi var, adını üçe bölüyorum. Eylemim böyle benim yapabildiğim kesmek dikmek kelimeleri terzi gibi, işlemek zamansız akşamı kötü bir kuyumcu olarak.

pasaj kırılması.

görmemeliyim, dedim, nereye kaçabilirsin, dedi, bunca ay kaçtım, dedim. sonra yağmur yağdı. yağmur yağmadan önce üç defa gördüm onu tüm adlarıyla beraber. söylemeli miyim, dedim, ne zaman, dedim, nasıl, dedim. susmadım bir erken sağnak olarak konuştum, merhaba, dedim. bir tek kelime ve hayır çok şey anlatmıyordu. hiçbirşey anlatmıyordu, bir kelimenin anlatmadıkları başımda büyüyordu. arefenin arefesinden beridir, öteye kaç kelime söyledim? görmemeliydim, gördüm, hayır aslında görmeliydim de, kaç defa daha göreceğim? söylemeli miyim? ona bilmediği ismini ve hikâyesini, yağmurun çatıda uğuldaldığı akşamdan bugüne dek ona yazdıklarımı, imkansız ve bu yüzden de ölmeyecek aşkımı, yüzünde gördüğüm hızırı, adını bilmeden geçen ayları söylemeli miyim? birgün söyleyeceğim. kemiklerim kırılıyor susmaktan.

karanlığa inen pasajı.

karanlığa indi adam, önce birgün öğrendim, sonra bir akşam. bilmiyorsun, dedi, anlatacaktı unuttu. bilmediğimi unuttum, başka bir adam intikam bileyledi. düştü adam geceyi getiren bir cemre olarak hâkikata çağırarak bizi günahıyla, duymadık. birinci çoğul duymadık çoğuz çünkü, hem de ben duymadım. eski çocukluğumda geceleri köpekler uğuldardı, kaç sokak geçmiştim, sonra o sokakların her birinde ağladım. kendime ve bize çünkü çoğuz, karasını silerken gecenin dudağımızdan. türküsünü söylerken gündüzün tekim ben, bir tek bencilliğimi paylaşıyorum. yanılgısı günün güneşin her birimizi birer birer kandırıyor, yalnızlaştırıyor kalabalığımızda. kalabalıktan karanlığa indi adam, bizim büyük kalabalığımızın elinden kaçtı. günler sonra öğrendim, unuttuğum bir akşamı hatırlamaktı, hâkikata bakmaktı.

körlüğü kıran çiçeğin pasajı.

akşam mı? akşam. akşam olmaması için bir neden yok. parlak saçları orada eski yunandan bu yana en soğuk kadın olarak akşama neden. oysa yok oysa yoklardan hangisi dersen hepsi neden ve sonu yok. akşam. karanlığa atlayan adamdan konuşarak akşamı getirdi adam o zaman anladım her akşam bir renk ama hep zaman bazen yenizaman. yenizaman yoktur diyen ben değilim artık akşam. yok olmasına yok herbiri ama elleri var kimi zaman. elleri saçlarında dolaşıyor parlak saçlarını betimliyor elleri kalem olarak. körlüğü dolgun dudaklarıyla kırıyor akşam. akşam iyi ve bu aşk değil. aşk değil mi? değil. ne olduğunu bilmiyorum ancak ne olursa herneyse biraz bahar. bir kışın en soğuk akşamında bahar ve iyi ki var. "(...) Yemin ederim aşk değildir bu dunyada, bir güneş yılının en soğuk akşamı soğuğun bu kertesinde gözlerdeki bu buğu yemin ederim aşk değildir, aşk değildir daha başka birşeydir ki, göz yumulur." "Bir Yılın En Soğuk Akşamında Aşk Övgüsü" - Turgut Uyar

vişneçürüğü renginde bir körçiçek pasajı.

sonra zihnimde siyah bir kahve bulanıklığı. karasoğuk körsoğuk bir akşam yaklaşıyor gözlerini görmeyeceğim hiçbirisinin. söylemekten yoruldum aynıyı hep benzer bir kucaklaşma. gölgelerin oyunundan önce yüzlerinde kadınların hikâyelerini okuyorum. birkaç tane insan var kara ağacın yaprakları olarak. herbirisini görmezden geliyorum. eski bozuk zamanlar gibi akşam başımın içinde doğuyor. eski yurtlarıyla insanlar gözleriyle öylece bakıyorlar boşluğa ve doldurmuyorlar kelimenin anlamını. sahte peygamberleriyle bir akşam başımda uğultu vişne çürüğü bir körçiçek dudaklarıyla kesinliyor açlığı. keskin bir hiçbirşey doğuyor içime geliyor aklıma bir çocuk olarak. başımı taşıyamıyorum eğiyorum körlüğü okuyorum yerde yazmıyor bir mesel olarak. şiir konuşup kitap susmak istiyorum hep susuyorum sonra.

pasaj.

var diyor yok değil. varlığı yoksuyarak biryere varamayız diyor. yokluğu duyumsayarak yokluğu varsıyamayız diyor. zaman diyorum elimi gizleyip sokak diyorum yok demiyor. sokağı çağırınca geliyor karanlığı evlerde arıyoruz. korkusu bana geçiyor sevgi olarak hangi apartman ve boşluğu. koridorlar ve boş odalar var diyor yok değil oysa konuşmuyor. susmuyor gözlerim duymuyor demir yürüyor yoruluyor yanyanayız. beraber ona bakıyoruz beraber bana bakıyoruz beraber bakıyoruz. görmenın yanılgısını anlıyorum öpmüyorum. zaman geçmiyor değişmiyor kış oluyor ne için diyor. zaman arayla iki defa ne için diyor oysa cevabını bilmek istemiyor. adımı söylüyor adımı unutuyor adını bilmiyor. yeniyi hep öldürüyor hep eskiden var diyor. büyük güzel eski varlığı var olanın tek olduğu o zamanı yüzünde görüyorum. öpmüyorum.

bir fotoğrafın ardından.

ocak. bir fotoğraf. birler ve ikiler. adını bilmeyen kadınlar. herşey, ama karanlık akşam. sonradan okunan roman. önceden yazılan şiir. her hikâye en başta yazılmıştı zaten. suratlar yani yüzler yani gözlerin yatağı öylece birbirine karışıyor. kör akşam. karasoğuk. herşey zaten kendini yazdırıyor. yeni körlük, yani suratımı görmezden gelmesi onun da. çiçek vardır, zaman yoktur. yüzü bir hayaleti çağırıyor usuma alfabe başa dönüyor. her bir ölümsüz ve her biri beni onca öldüren harflerim, her birinin bana kör oldukları oldu. hepsi bir, biri bile iki. akşam kör. söyle hacıvat, kim kime bakınca nota görebilir? kafamın içinde boşluk, bakması siyah bir boşluk var. bir akşam, söyleyeceğim, kediler büyütür, allah büyüktür. bana öyle bakmasını bir defa daha. her iki adını da verip, adımı unutmadan kör bir sessizlik bırakacağım. kulağına söylemeli. soğuk karanlık, şehir ışıkları anlamsız, beyaz ışıklar düşman. kırklara karışmadan tüm harflerimin en güzelinin, kulağına. fotoğraflar. onca

adını bilmesinin sorusu.

demeliyim mi? dememeli miyim mi? kendi yoktu adı vardı, kendi gidecek adı kalacak. gölgesini gölgesize anlatırım, yokluğunu da öte yana koyarım. ama benim adımı bile bilmeyecek. bendeki kendi adını, sokağın çıplaklığı gibi. adlar yani isimler yani yüzlerimizin yazısı böylece önemli mi? tablo bu. bu tablo. neye yarar? hiçbirherşeye yahut (ya da, belki de, henüz) bazıbirşeye. kim bilir? o bilir belki, bu tablo desem, neye yaradığını bilir. o kim? ne bileyim işte. bilmeli mi? bilmesi. ocak akşamlarının soğuk olduğu kadar yalın gerçeği, bilmediği bir geçmişini, bilmediği adını. adını bilmeyen insanları akşama benzetiyorum. akşamları hüzünle severim belki ondandır. bilmesi neye yarar? bu eski bir onaltı aralık, burada bir isim, orada yazdığım yazılar, şurada bekledim seni. hepsini dedim, gözlerimi de gördü, gözlerini öpmedikçe neye yarar? akşamı gece yapar, her insan kadar korkarım geceden. kıyamazsa bana, adımı bile bilmeden. beni sanarsa kedi. ne fenadır birden kedi olmak kimse kusu

Şiir üzerine bir alıntı.

Uzunca sayılır bir ara. Öncesinde bir yılı bir şiirle bitirmişim, ne de güzel yapmışım. Çünkü şiir güzeldir. Şiirden yazarken, Aziz Nesin'den bir alıntı yapacağım, onun "Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim" kitabından. Bu kitabında, adı üstünde, çağdaşı olduğu yazarlar, sanatçılar, aydınlar hakkında anılarını yazıyor, ama kitabı kendi tamamlayamadı. Ölümünün ardından, bazı ham notlar da aynı kalacak şekillde basıldı. Benim alımtım, Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya ayrılan bölümden, şiir ve Türkiye hakkında: "(...)  Herhangi bir ülkede Yunus gibi, Nâzım gibi, Dağlarca gibi, daha daha bizden olan, bizim olan niceleri gibi, ulu şairler görülürse, bu o ülkeye Samanyolu'ndan düşmüş göktaşları olamayacağına göre, o ülkede şiirin madeni var demektir. Bu ulu şairler, derindeki yani halktaki şiir maden cevherinin yüze çıkmış, pırıltılarıdır. Bizim zengin şiir madenimizin cevheri, Türk halkının özüdür, tarihin bu en çileli insanlarının yanan yüreğidir. Elbet şiire düş