Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Renk yani kırmızı.

ağacın rengi: ben ağacın rengini bilirim. ağaç rengini akşamdan alır. kırmızıyı yakar ve kavrulur. ağacın rengi vuruyor güne, oysa nisan diyeceksin, ama yakışıyor yaklaşan kıyamete. havanın rengi: göğün mücadelesi bitmedi. bitmedi, kelimelerin hikâyesi. havada yok olan kuşların, bir kapıda bir kadını bekleyen adamın çaresiz çocukluğunun. havanın rengi olarak gri bir umutsuzluk, adamın çocukluğunun son nefesi, göğün gürültüsü, gözlerin buğusu bitmedi. bitmesin. güllerin rengi: siyah ve ak. şairin dediği üzere, bir nota yüzünden kana batacak. * rang: beni terzi yapan elimdeki kırmızı değil. elimdeki kırmızı, ateş tuğlasının yankısı. yan ey terzi, yansın gözümün ağrısı. yağsın üstüne göğün bulanık ağrısı. yağ göğüm benim üstüme, renksiz kurşunlarınla kutsa beni.

Terzinin öteden dediği.

Kulakları sağır eden suskunluk, hayır hayır, kulakları kör eden suskunluk, söylememek yani, böyle yarılmalıydı ortadan ikiye. Kuyumcu değil kuyum olmalıydı terzi, ben terzi, yanmalıydım ki renklerden söyleyeyim. Hızıra, notama, yeryüzü cennetime, Hâkikat'ın suretine, "sen zamanüstü bir insansın" dedim. Ben terzi, ona akşamleyin görünen gölge, söylemeyi susmaktan böylece ortadan ikiye yardım. "Kıyamam ben sana" dedi iki defa öncesinde oysa cumartesi değildi, ben çocuk oldum oysa öldürmüştüm, diriltti elleriyle çocukluğumu başka bir hızır, beni çocuk eyledi biricik notam, teşekkür ettim. Öyle özlemişim çocukluğumu, kendime baktım aynada bir çocuk gibi iki duyguyu aynı anda yaşıyordum, gözlerimin biriyle gülüp biriyle ağlıyordum. ben kuyum olmuştum, bir külün içinde kırmızı kırmızı yanıyordum. Sonra çıktım dağı yeniden, romayı yahut tur dağı, çıktım birlikte inelim yerinyüzüne diye, güllerin rengini okuyayım diye, kendi adını söyleyemezsem lili'nin adını söy
geyve'nin, gülce'nin, yahut göğünyüzün güllerinin rengi sana okunduğunda güzel; sana okuduğumda göğünkuşağı. ey yeryüzü cennetim, Re'ciğim. göğünyüzünü göremedik beraber, göremeyeceğiz de görünen, ama yüzünü her gördüğümde cennet-ü âlâ'yı gördüm. güzel yüzünü her gördüğümde ürperdim, ey yeryüzü cennetim, Re'ciğim. içmeden sarhoşluğum, son çocukluğum, biricik notam, seni seviyorum.

Zamanın terziye dediği.

zamanın dediği: ey ademin oğlu terzi, ey hızırın yüzünü görmüş terzi, ey buraksızken cennet-ü âlâya çıkmış terzi, ey kuyumcu olmaya bir akşam yaklaşmış terzi, ey muğlak ve mutlak akşamların terzisi, ey zamanüstü bir notayı seven terzi. ademin hazzının suretini duydun, başka bir hızır çocukluğuna kıyamadı, cennet-ü âlâda  gözlere baktın, dilinle kuyum işledin akşamleyin, keskin korkunç sevinçli bir hüzün duydun akşamhüznünden öte, zaman dursun istedin. zamanı yendiğini bil, kaderini yaşadığını bil, son çocukluğunu duy, ey ademin oğlu terzi, dağın zirvesinin soğukluğunu duy. ey ademin oğlu, meyvenin aslı zehir, ey terzi, sen kâbil olamazsın, taşıdığın kayanın altında kalacak olan sensin, dağın zirvesinin bulutlarını gör, göğünyüzünde olduğunu sandığında duyduğun zahir, meyvenin zehriyle yanıldığını tat. kuyumcu olmak isteyen terzi, ey güzü ve baharı beraberce duyan, göğünyüzünde dokunduğun her kelimenin  kanatlarından döküldüğünü bil. zehir sana zahiri gösteriyor, zirveye y
"(...) Bizi bırakıp nereye gidiyorsun Lili Demek bizi bırakıp gidiyorsun Lili Sen daima güzeller güzelini bulursun Lili Sen istesen de taş yürekli olamazsın Sen daima güzeller güzeli olursun Lili Demek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksın Hangi kuş hangi şafakta ölecek görmeyeceksin Öyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü Lili Tüyleri şiirler olan bu mahcup kürkü Sen daima Sultanlar Sultanı olursun Lili Demek sen gidiyorsun Lili Bizi öpmeden mi gideceksin Lili (...)" Sezai Karakoç

Nisangüzü.

dün gri/güzel bir gündü. bir nisan yağmurunda, güz yanılgısı buldum, hüzünlü bir sevinç ve yahut tam aksi sevinçli bir hüzün duydum. cennet yedi kattır, cehennem de. zamanöte bir günde, bir notanın yağmurda eridiğini öğrendikten yedi gün sonra göğünkuşağının yedi renginden biri olmayan gri, içimde doğdu. gri: önce gri vardı, ruhumun daimi rengi göğünyüzüne yansımıştı zamansız ve yahut tam zamanında. grisini göğüyle üleşen insan güzelleşir. kayayı taşırken dağa, diline bir türkü yerleşir: " dağda bulut geziyor yine yağmur yağacak " yağmur:  göğünyüzündeki çağrısından habersiz bir notaya ve bana, hikâyesiz bu şehrin tüm insanlarına ve benim kendi romama, beklenmeyen bir mesih misali indi gök. yer ile karıştı, yek oldu, yüzüme ne zamandır aradığım ve yahut daima kaçtığım huzur yerleşti. nisangüzü:  altınçağ. terzilerin kuyumcu olmasının hikmeti. sokaklara ve lambalarına, dağa, romaya ve gözüme vuran gri. görmek isteyene göğünyüzünün çağrısı. yüzler:  bulanık ve yahut a

Terzinin bir pazarertesi güncesi.

kapılar çarpılmaktan yoruldu , diyor eski bir ses, sanki eski yunandan. ama romadayız şimdi, zaman eskiden de eski. kim o, sesini tanıyacağım, adı kim olursa hangi ben. kimi seviyordum biliyorum. bilmek. kaybolmak, tuhaf, beni tanıyanlar çıkınca kayboluyorum, daha çok. işin korkuncu yeni başladım kaybolmaya, güzel korkunç, ürkütücü yanlış. gaybın bir parçasıyım ben. herkes kadar hâkikatın ama gaybın. herşey birden kalabalıklaştı. roma neresi, nerede terzinin roması. kuyumcu olmaktan vazgeçmiş terzinin roması neresi. -çünkü biliyor ki kuyumcu olmak onun yazgısı- terzi kim peki, evet ben ama hangisi. işin tuhafı taşlara bakıyorum her taş romanın taşı. kapılar evet şehirlerin kapıları. romanın kapısı. çarpılarak büyürler. öyle olmasa mehmed-i sani aşık olmazdı kapısına romanın, öyle olmasa öteye ulaşmazdı romanın kapısı. yeniden geçeceğim, kapı çatlayana yıkılana kadar geçeceğim. kapı benim evet, herşey birden fazla romada. her kendimi böldüm, bulanık bir gürültü koptu kimse duyma