Ana içeriğe atla

Yirmi iki on ikibininoniki Güncesi

Yine rüyalardan yorgun uyanıyorum, yine uykumda ve uyanıkken sayıklıyorum, uyanıkken hep uykuluyum yine. Hepsi onun yüzünden, ama onun suçu değil. Birazı benim suçum, bazısı suç değil. Kafamdan cümleler akıyor öylece, onları mısra yapmadan yazıyorum yine. Bir de gözlerim dolu, ne kadar yağmursuz bir ekim olduysa o kadar gözlerim dolu. İki gözümün her ikisi ve sessizliğim dolu.

*

Ben hiç sabahçı kahvelerinde sabahlamadım. Şairliğimin eksikliği burada demek ki, şair olamayışımın nedeni. Paris cafe'lerine de gitmedim üstüne üstlük, bir neden de bu olsa gerekir. Diyebilirsiniz, sabahçı kahvelerine giden herkes şair mi oldü, tır şöförleri ve ayyaşlar. Değil. Peki her Parizyen yurda şair mi döndü, diye de sorabilirsiniz. Hayır. Fransızca bilir misin derseniz, hayır. Ama, yemek yerken "bon appétit" demeyi bilirim, yemekten sonra "elhamdülillah", Turgut Uyar olmasam da, şair olamasam da, günahkarlığım vardır bir parça.

*

Sokaklar bilmez mi bir adam neden çiğner kaldırımlarını, meydanlar bilmez mi bir adam neden döner durur çevresinde, Ayasofya bilmez mi bir adamın nasıl hayranlıkla baktığını ona.

*

İçimde bir ortadoğu var, belki de ortadoğuyu sevmemin de nedeni bu. İç savaşım, dış savaşım, güz savaşım, her savaşım bitmek bilmiyor. Baharlarım hep yeni savaşlara çıkıyor, böylece bir ortadoğu büyütüyorum içimde.

*

Çiğ çayı içiyorum, keyifsiz çiğnediğim lokmalar üzerine. Bu öğlen yediğim yemeğin tek güzel yanı, birazını bir köpeğe vermekti.

*

En sevdiğim insanlar tanımadıklarım şimdi. Saat onbeş. Tanışıksız suretler geçiyor yanımdan, yüzüme bakmıyorlar, yüzümü bilmiyorlar, mutlu oluyorum.

Saat onaltıda birden bire, hem de sağanak yağmur yağacak diyor hava durumu, göğün bundan haberi yok. Birinden biri yanılacak. Yanımdan kadınlar ve adamlar yağmur gibi geçiyor.

*

Onbeşi otuz geçe ansızın bir yağmur başladı, açık bir gökyüzünde.

*

Yağmursuzluğunu ansızın dindiren gökyüzü. Yarım saattir sessiz sessiz, inceden yağıyor yağmur. Yanıma insanlar oturdu kalktı, biraz kelimeler söylendi. Yağmur onlar varken başladı.

*

Uğultu. Yağmurun sessizliğini büyüten anlamsız sesler. Yağmurun hasretle ve sessizce yağması. Yağmurun sinemada ağlayan bir adam gibi yağması. Aniden. Gökyüzü bile yağmur yağmaya başladıktan ne sonra anca kapandı, bulutlar âdettendir diye toplaştı. Uğultu. Ağaçlar yerli yerinde yapraklar dökülüyor. Bu ses, insanlar sesi, yergürültüsü.

*

Harfsiz kelimeyi, kelimesiz şiiri, yağmuru Allah'ı yücelten bir şiir gibi okuyorum. Sessiz bir köşe, bir pencere kıyısı buldum, yere ve göğe bakıyorum bir başıma. Bir yere bir göğe bakıyorum, yerini bilen ağaçlara bakıyorum.

*

Yağmursuz ekimi yalanlayan yağmur yağarken aklıma dün gece gördüğüm rüyalardan biri geldi. Yürüyordum, onu görüyordum, gülümsüyordum. Bu kadardı yahut bu kadarını hatırlıyorum.

*

Akşam. Akşam serinliği. Yağmur sonrası geride toprak kokusu. Karşımda bir ağaç sararmış yapraklarını taşıyor. Bir lambanın ışığı yapraklarına vuruyor. Bir bankta oturuyorum. İnsanlar geçiyorlar. Herşey bugün ve bu akşam güze benziyor.

*

Sonra başka bir yüz gördüm. Yüzde dudaklar. Dediklerini dinlerken saçlarına baktım, daima şaşırmış gibi bakan gözlerini gördüm. Portre çizmeyi öğrenmeliyim, dedim kendime. Sadece kırmızıyla çizmeliydim bu yüzü. Kırmızı bir kalemle.

*

Yine demir otobüs, yine akşam. Işıklı tabelaları dükkanların. Bir akşam çay içtiğim kahvehanenin önünden geçeğim birazdan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.