Ana içeriğe atla

Gereksiz bir günlük.

Şairler birer birer doğuyorlar ağustosta.

Bir tek cümlem var, bir cümleden yola çıkarak, ama ancak yola çıkarak, neredeyse bu cümleyle alakasız bir yazı yazmak istiyorum. Yazı yazmak istiyorum bu yaz, durmaksızın yazmak istiyorum. Sızım durmaksızın sızım sızım sızlıyor, diye ucuz kelime oyunu bile yapacağım.

Duraksız bir sancım var çünkü, onu bilemek için yazıyorum. Yazarak azdırıyor da olabilirim, öyle olsa da yazacağım. Canım yazmak istiyor, okunaksız bir hatıra'dan sonra, gereksiz bir günlük yazacağım.

*

Turgut Uyar'dan sonra, Edip Cansever doğdu bugün, ikinci yeni, her ağustosta yeniden doğuyorlar. Şairler ölmüyorlar, ölümsüz olmak istediğimden mi şair olmak istiyorum. Bilmiyorum. Ölümden korkuyorum. Karanlık zamanlarımda, kendi prehistoryamda, ne kadar cesurmuşum ölüme karşı. Hayır, ne kadar çocukmuşum ölüme karşı. Ölüme karşı kör cahilmişim, cesaret değil bu. Ölümü ben bu kış öğrendim. Kendimle ve anneannemle öğrendim. Yazamıyorum bile. Daha yanına yanaşamadım bu kışın, sobaya değer gibi kaçıyorum. Bu kadar da korkuyorum, beş ay geçti, yine de dün gibi.

*

Ağustos. O uzun temmuz bitti, ağustos da durmaksızın sürüyor. Uzunca bir ağustos olacağını sanmıyorum, haftaya işle meşgale olmaya başlayınca, bir anda gelip geçecektir. Hayatımdaki önemli ağustosları düşünüyorum, ilk aklıma gelen geçen seneki. Geçen seneki ağustos üzerine yazılacak yeni birşeyim yok.

*

Şairler erken ölürler.

Böyle de bir cümle de var. Böyle bir cümleye gerek var mı? Bu cümle benim mi? Değil. Çünkü "şairler erken ölür"ü google'a yazıp gözümün önüne dökülen onca şeyi görüyorum. Bir araştırma var mesela, aynen alıyorum:

amerikan california eyalet üniversitesi'ndeki araştırmanın sonucu..araştırmayı prof. james c. kaufman yapmış, türkiye ayağında prof. günseli oraldan destek almıştır. araştırma şairlerin oyun ve roman yazarlarından erken öldüğünü ortaya çıkardı. amerikalı, çinli, türk ve doğu avrupalı, ölmüş 1987 yazar ve şairin hayatı üzerinde yapılan araştırmaya göre şairler yaşamları boyunca diğer yazarlara göre çok daha fazla acı çektiği için erken ölüyor. şairler ortalama 62, oyun yazarları 63, roman yazarları 66 yıl yaşıyor.. bir de kadın şairlerin özel durumu var.ona da sylvia plath etkisi deniyor 

erken yaşta kaybettiğimiz şairlerden bazıları: 
22 yaşında tüberkülozdan ölen rüştü onur
22 yaşında intiharı seçen kaan ince
25 yaşında meçhul bir şekilde ölen zekai özger
29 yaşında intihara atlayan nilgün marmara
36 yaşında kaybettiğimiz orhan veli kanık
45 yaşında intiharı seçen mustafa ırgat
46 yaşında kaybettiğimiz cahit sıtkı tarancı
sözleşmiş gibi 58 yaşında aramızdan ayrılan turgut uyar ve edip cansever.


(Kaynak: http://www.uludagsozluk.com/e/1558172/ )

*

"Sözleşmiş gibi" Turgut Uyar ve Edip Cansever yine karşımıza çıkıyorlar, aynı yaşta ölerek. Bu nasıl bir kader birliğiyse artık.

*

Şairlerin doğumuyla başlayan yazıda, ölüm yazdım uzunca. Şairler ölmezler, dedim önce, şairler erken ölürler listesi buldum sonra. Tezattan ibaret ve biraz da ses uyumuna dayalı bir yazı oldu ancak.

Gereksiz bir yazı oldu muhakkak. Benim yazdığım hangi yazı gereklilikten?

Birtek ve ancak kendim için yazıyorum, o'nlara yazdığım yazılar hariç, ama okunsun da istiyorum. Okumaya yakışır olup olmadığını dahi bilmiyorum birçok yazımın. Üstelik bazılarını da okuyanın anlamayacağı şekilde yazıyorum. O yazıları anlayacak olanlar da, o yazıları okumuyorlar zaten.

*

O'nlara yazdığım yazılar. Onları yanlış kestim, çünkü doğrusu bu. En doğrusu, "senler" demek, senler birbirine karışık, senler muğlak bir bütün, senler birbirinden bambaşka insanlar.

*

"En doğrusu" yazmışım yukarıda. Ne kadar yanlış. Böylece, kendimin adam olamayacağını bir defa daha kendime gösteriyorum.


ağustosun sekizinci günü.       2012.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.