Ana içeriğe atla

Yirmibeşi Devirirken - Beşinci Fasikül

"Anılarımda Gezelim Görelim" programında, bugünkü durağımız Bostanlı'daki "Yüzüncü Yıl Apartmanı" Önündeki büyük merdivenle dikkat çeken bu apartmanda 6 kat ve küçük bir köy kadar hane bulunmaktadır. Babaannem ile rahmetli dedem, otuz yıldan fazla bu apartmanda, kat 5 daire 29'da,  yaşamaktadırlar. 1986'da annemle babam evlenince, aynı apartmanda  2. kata taşınmışlar. 1987'nin Eylül ayının 29'unda bir hastanede dünyaya gelmemin ardından, "ayrı eve çıkacağım ben" desem de, beni dinlememişler, ben de hayatımın ilk dört yılını burada yaşamışım.

İlk hatırladığım şey, ilk ismimin sahibi Remzi dedemi taşıyan bir ambulansı görmem, sonra annemle, babaannemin ağladıığını börüp "Büyükler ağlar mı?" diye kendikendime şaşırmam. Ama, ilk hatıramı Bostanlı'da değil, Çandarlı'da yaşadım, dedem ile babaannemin yazlığında. Dedem fenalaşmış, hastaneye giderken aklıma böylece unutulmaz bir resim bırakmış. İlk hatıramda olmasına rağmen, Remzi dedemin yüzünü hiç hatırlamıyorum, çünkü ben üç yaşındayken vefat etti ve ben de kendisiyle doyasıya muhabbet etme fırsatına hiç erişemedim. Aynı şekilde, annemin babası Emin dedem de, ben çocukken vefat ettiği için, dedelerimle çok fazla hatıram olmadı. Öbür dünyada, bana sağlam bir sohbet borçlular her ikisi de.

Babaannem'le de çok vakit geçirdim ve Allah ömür versin, hâlâ geçiriyorum. Apartmanın yanındaki araba parkında çakıl taşlarıyla oynadım, birlikte pazara gittik, beni parka götürdü. Ninni söyledi, ben ağladım. Evet, ninni dinlemeyi pek sevmiyormuşum, babaannem ne zaman ninniye başlasa dudaklarım büzülüyor, gözlerim doluyor, sonunda yaygarayı koparıyormuşum. Müzik benim ruh halime çok şiddetli etki yapıyor, hâlâ da böyledir, çok neşeliyken kazara bir aşk şarkısı falan dinlersem, hemen griye döner rengim. Otobüste ağladığım olmuştur, sırf saçma bir şarkı yüzünden.

Bebekken emeklemek yerine yuvarlandığım bilgisi de, yine sizin hiçbir işinize yaramayacak. "Hocam, bunları neden öğreniyoruz. Bunlar gerçek hayatta karşımıza çıkacak mı?" diye sormayın boşuna, ayrıca "konuşmasana kendi aranda evladım"..

Neyse.

Dedem vefat ettikten bir yıl sonra Alaybey'e taşındık, ama her cumartesi babaannemdeydim. Sonra yine Bostanlı'ya (başka bir apartmana) sonra Mersinli'ye, sonra Evka-3'e, en sonunda yine Evka-3'te şimdiki apartmana taşındık, yine de hemen her haftasonu babaanneme giderim. Pek çok hafta sonumu da onun evinde geçiririm.

O zaman Antalya'da Sümerbank'ta çalışan halamlar yıllık izinde babaanneme gelir, biz de giderdik. Kuzenim Kemal beni "Serhat hacı, Serhat bacı" diyerek kızdırır, ben onu kovalardım. Evin içinde döner dururduk. Commodore 64 oynardık bir de.

Sonra bilgisayar alınca Commodore 64'ü bana vermişti. Ben Commodore 64'ün kaset oynatan zamazingosuna kafa ayarı yapmış adamım. Saksı değilim, bunu ikinci defadır yazıyorum, yanlış olmasın. Duymadım, bilmiyordum, "vay ben seni saksı sanıyordum" demeyiniz lütfen.

Bayramların ilk günü, sabah kahvaltısından akşama kadar, babaannemin evinde toplanma geleneğimiz, halamlar İzmir'e döndükten sonra onların evine geçmesi dışında, hâlâ sürmekte olan güzel geleneklerimizdendir.

Bir başka programda, bilincimin başka bir köşesinde, yeni bir lüzumsuz anımda buluşmak üzere, esen kalın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur