Ana içeriğe atla

Yirmibeşi Devirirken - Altıncı Fasikül

Beşinci sınıfta, bir maçta Lev Yashin performansı sergilediğim, ikinci maçın ilk yarısında bir araba gol yediğim turnuvanın sonunda, beni "En Centilmen Sporcu" seçmişlerdi. Sahiden de yenildiğimiz maçların sonunda rakiplerimizi tebrik ediyordum. Vlaovic'i düşürmeyen Alpay'dım, takımımın bir araba gol yemesine engel olamıyorsam da, fair play'den ödün vermiyordum. Ödül verdiler. Bir çift spor çorabı ve bir çokonat verdiler ödül töreninde. "Gol de yerim, çokonat da yerim" diye reklam filmi yapsalarmış olurmuş.

"Temiz Hava ve Dostluk" şiirimi de (ne şiirmiş yaz yaz bitmedi, çok çevreciyim yalnız dikkatinizi çekerim. Bir ara arayıp bulayım da, yazayım şu şiiri bloga) müdür yardımcısı Cemal Hocam, bir cuma töreninde herkesin ortasında okutmuştu. Rüzgarlıydı oldukça, elimdeki kağıt bükülüp duruyor, şiiri okumaya uğraşıyordum. Uzun bir mücadeleyle zaten uzunca olan şiiri bitirdiğimi ve herkesi bayılttığımı hatırlıyorum.

Lisedeyken futbol turnuvalarıyla ilgili bir hatıram yok. Beden derslerinde, futbol oynarken, bu sefer defansta adeta bir Bülent Korkmaz olmaya çalışıyordum, konsantrem yerindeyse azıcık başarıyor, dağılınca iyice dağılıyor, batırıyordum. Yani, Bülent Korkmaz ile Recep Çetin arasında gidip geliyordum, ama kendi kaleme voleyle gol atmışlığım yoktur. Bir maçta taç kullanırken, arkadaşın biri "Ergün Penbe taç kullanıyor." dedi. Kenarda maçı izleyen, sarı renkli sert bir peynir türünden arkadaşımız "Bir kere Ergün yakışıklı" demişti. Böylelikle "Kemik" Ergün de olamadım. O arkadaşa hususi selam ederim, şimdi bana söylemesini dilerdim aynı şeyi. Hayır, artık çok yakışıklı olduğumdan değil, ona verecek bir şey kaldı aklımda, cevabım.

Lisedeyken adeta bir Cezmi Ersöz'düm. Kapkaranlık, depresif yazılar, daha önce de bahsettiğim kocaman edebi çöplük. Okuldaki Türkçe hocalarım sağolsunlar, ellerine tutuşturduğum tomar tomar yazıları üşenmeden yazıları okuyor, bir de eleştri yapıyorlardı. Sert siyasi yazılardan, naif aşk yazıları geniş bir yelpazede yazıyordum.

Birgün, sanırım lise ikide, Cumhuriyet Bayramı için bir kompozisyon yarışması vardı. Kötü bir Aziz Nesin taklidi denilebilecek öylesine birşey yazmıştım akşam, pek canım çekmemişti yarışma için yazmayı. Sınıfta yazıları topluyordu hoca, çantamı aradım aradım yazıyı bulamadım. Bulamayınca bir ara yazdığım, gençliğe seslenen bir yazıyı verdim. (Siyasi duruşum bugünden biraz farklıydı.) Sonra aklım başıma geldi ki, yazıda öyle ifadeler vardı, yenilir yutulur değil. Yarışmadan geçtim, disipline gideriz. Birkaç gün sonra, arkadaşın biri  tenefüste, "edebiyat bölümünden seni çağırıyorlarmış, inecekmişsin." dedi. En iyi ihtimalle temiz bir azar iştmek için aşağıya indim. Yarışmada birinci yapmışiardı, tabii ki bazı bölümleri yumuşatmamı istediler. Cumhuriyet Bayramı'nda, etkileyici bir şekilde okumuştum yazımı.

Bir dershanenin öykü yarışmasında birinci olup ödül almışlığım da vardı yine lisede.

Üniversitede daha başıma, topluluk önüne çıkmamı gerektirecek birşey gelmedi. Ama, dekana "Temiz Hava ve Dostluk" şiirimi okumak istediğimi söyleyip tüm fakülteyi bir alana toplatıp, şiirimi okumalıyım bence.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur