Ana içeriğe atla

Şimdiki zaman ve sözde tanrıları

Reality show'ları yaygınlaştıran, hayat'ımıza değil, gözümüze sokan program'ın orijinal adı neydi? "Big Brother". 1984'ün geldiğini müjdeliyordu, insan'ın düşünmek yerine, verileni almaya hazır hale geldiğini, o acımasız ve görünmez prangaların, bizi ekrana bağlayacağını.

Orwell haklıydı, bundan sonra meta'ya tapan insan, kendini yeni ve sözde tanrının peygamberi sanan "medya" ,o aşağılık, ne söylerse dinliyor. Büyük birader belki bir değil, ama amaçları bir.
Aptallardan kurulu bir ordu'ya insan isteklerinin sonsuz olduğunu söylediler, o bizdik ve inandık, onların bankalarından aldığımız paraları, "mutlu" olmak için, onlara harcadık, para'nın marjinal faydası azalmazdı, daha çok kazandık, kendi'miz için. Kendimizi özel hissetmek için.
Onlar, sattılar. Çanta, telefon, gözlük, çakmak, bir şişe suyu on dolar'a aldık, beş kurup etmez şeylere, statü sembolü diye taptık.

Sonra beynimizi incelediler, reklamveren'leri mağdur etmemek için. Marka bağlığı araştırması.

(Vallahi ben markası için almıyorum ayol, kaliteli) Onlar tanrı'ydılar ya, put'ları vardı, ibadet etmemiz için. Din ilkeldi ve ilkel dinler modaydı. Evimize enerji girmeliydi, pek tabii çok dolar'a, amerikan doları, amerikan kaynaklı bu yeni global din'e şahadet ettik ve laik'likten de taviz vermemiş olduk. Çünkü, paylaşmayı emreden Allah, ortaçağ karanlığıydı.

Araştırdılar, çünkü işerken bile reklam oluyorduk artık, nasıl kalacak aklımızda marka daha fazla. (Fazla'sı nasıl olacaksa) Buldular, insanlar artık marka sadaketinde, artık olmayan, beyinlerinde din inancında çalışan bölgeyi çalıştırıyordu.

Orwell haklıydı. Benim şu yirmi iki yıllık kısa ömrümde bile, bu ülkenin o kadar çok düşmanı oldu ki, sonra o kadar çok, eski düşmanla aynı cephede farklı bir düşmana karşı dış biledik ki, sayamadım. Tarih ve insanlar öyle değişti ki, bazen unuttum, bu adam kahraman'mıydı hain mi? Dost ve düşman değişti ve o sözde tanrı'nın peygamberi, namussuz medya, ne derse o'nu dinledik. Onlar, satmalıydı. Çanta'dan ve statü kazandıran kalemden fazlasını... Silah.
Dünyamızı bozup, çevreci oldular. Tarım'a önce kanser ektiler, sonra ekolojik tarım yaptılar (beş kat pahalı ve çok elit ayol). Virüs yaratıp, ilaç sattılar. Huzurumuzu bozup, anti depresan, uykumuzu kaçırıp uyku hapı. Bizi dünyaya dayanamayacak hale getirip uyuşturucu sattılar.
Onlar'in yapmayacağı şey yoktu, ama hepsi sosyal sorumluydu. Hayata hep artı kattılar, hayırseverlik madalyası aldılar.

Ama ortadoğu'nun ve ortaçağ'in "ilkel" dininin Rabb'i "bir el'in verdiğinden diğer elin haberi olmasın" deyip, saf iyiliği öğütlüyordu. Onların sosyal sorumluluk'ları hep Ana Haber'deydi, ama gerçek sorumluluklarını hiçbir yerde izlemedik daha, oysa reklamverenler çok memnun kalırdı.

Orwell haklıydı. Sözde tanrılar ve sahte peygamberleri, hepimizi kul ya da müşteri edip, sadık eyleyip, kendi ahlak kavramları ve ritüelleriyle kendilerine taptırdılar. Tam anlamıyla taptırdılar, çünkü tasmamızı sıkmazlar ve tapmazsak, "görür" ve taşlardık. Şeytan'ı taşlardık. Medya'sını ve banka'sını. AVM'sini ve kahvehane'sini.

Kör edildik. Aklımızı başımızdan alan, televizyonculuğa yeni bir soluk getiren programın adı "Big Brother"dı ve artık hepimiz mahremiyete tecavüz eden sapıklardık. Yüzümüze vurulmasın diye, hep saklandık.

Beni sormayın. Ben de aynı'sıyım, bu bok'un içindeyim, gırtlağıma kadar. En aşağılık hırslara, kibre bulandım, öğreti'ye uygun giyiniyor ve bakıyorum. Bakıyorum, ama bazen ayıramıyorum birbirine benzeyen o kadınların ve adamların adını birbirinden, kendiminkinden. Ama, utanıyorum. Zaman zaman, yabancı oluyorum. Ucube oluyorum. Notre Damme'ın kamburu oluyorum. Çirkin, ama doğru oluyorum. Yanlış diyorlar, bu psikolojik hasta'lik, aman yüz kutu ilaç iç, yüz dolar da doktor parası...

Deli'nin "İnleten Nağmeler" albümünden gelmeli cevap; "hasta sensin doktor amca".. Has...... or'dan!

Biz ise, o his'le nadiren doğru olduğumuz andayız. Çünkü hissetmemiz gereken, "tiksinti". İnsan olmanın gereği olarak, içinde yüzdüğümüz bu bok'tan en azından utanmalıyız.

Belki bir gün, yeterince utanırsak, utancımızı "onlar"a da paylaştırırız.

-İşbu yazıda yeni birşey yazmadım. Bildiğinizi ve daha önceden defalarca okuduğunuzu yazdım. Bir defa da, ben yazdım...-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

Şemsiyeci üçlemesinin hikâyesi.

Havada, Paris'te ve İzmir'de üç şiir yazdım ve bunları yayınladım. Şiir yazdım demek de lafın gelişi, şiir karaladım; pek tabii ki, eksik şiirler bunlar. Olmamış, ham! Çünkü evvela, aceleyle yazdım ve öylece yayınladım. Neredeyse çalakalem. Böyle şiir mi olur? Olmaz olsun.  Kendimi zaten, " yarım kalan öykülerin yazarı,  olmamış şiirlerin şairi  ve makina imalatçısı " olarak tanımlıyorum. Yazdığım ve yaşadığım bir çok öykü yarım kaldı hayatımda, şiirlerim daima olmamış ve olmasını da pek umursamıyorum açıkçası ve en nihayetinde makine imalatçısı bir sanayiciyim. Bu yüzden şemsiyeci şiirleri diyorum bunlara. Hikâye meşhur; bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare’e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.” Ben de bu defa bir sanayici olarak şiir yazmaya giriştim ve o hevesli şemsiyeciden çok da farklı görmüyorum kendimi. Hem Aziz Nesin'in dehşetli isabetin...