Ana içeriğe atla

Yüzlerce Kelime ile Birşey Anlatmamanın Sırrı


Soğuk. Dün yaz bugün kış gibi, kasım geldi, tam da kasım gibi. Soğuk ve kış geliyor, mor ve ötesi'nin dediği gibi. "Sevmem ki" diyor şarkıda, ben sever miyim?

Bilmem. Hem benim sevmem ne umrunda kışın. Elma bile sevmiyor beni, ben onu seviyorum diye sevmek zorunda mıymış?

Soğuk ve insanlar elma değildir. Pek tabii "elma önermesi" hâlen geçerlidir, ama zoruma gelir. Zor gelir.

Kış gibi soğuk, ellerim ceplerimde yürüyorum. Anlıyorsun, ama türkü tutturmuş değilim, kelimeler tüttürmüşüm yine, başımı duman almış, is almış. Kelimeler durmadan geliyor, kelimeler beni benden fazla seviyor.

Yürüyorum, öyle soğuk ki, ısınmak için bir süpermarket'e dalıyorum. Orada, elma'lar var, sabunlar var, pudra şekeri de var ve kitaplar var. Kitaplara yöneliyorum, pudra şekerlerinin son kullanma tarihleri benim pek umrumda değil. Hıyarların yanında satılan kitaplardan da pek birşey beklediğimden değil, sadece ısınmak için öylesine bakıyorum.

Ama karşısında mutfak malzemeleri, yanında hıyarlar bulunan kitap'ın kapağı, neredeyse marketten taşıyor: "Üç Saniyede İnsanları Etkileyin"... Nokta nokta nokta ve hatta üç nokta daha.

Hayır üç'ün beş'in hesabını yapmıyorum, maksat elimiz alışsın, bir dak'kada etkilemeyi öğrensem yeter deyip, kitabın arka yüzünü çevirecek oluyorum ve iki saniyede etkilenip (!) yerine koyuyorum.

Yanında ki kitabın adı: "Hayatın Sırrı". Ünlem, hatta üç ünlem koysam yetmez, istediğiniz kadar koyabilirsiniz.

Hayatın sırrına sayfada ersem, geri kalan ömrümde ne yaparım" diye korkup, elime bile almıyorum. Ola ki, Allah korusun, bir sayfası açılır da öğürürüm, pardon öğrenirim.

Yanında başka bir kitap. Afilli, kalın bir kapak, incecik bir kitap: " On Adımda Kadınları Kendinize Hayran Bırakmak ". Ne nokta, ne ünlem yeter, noktalama işaretlerini sersem önüne, yine de birşey yaptım diyemem bu kitabın adına...

Ben bu markete girmeden önce yüzlerce adım attım o soğukta, diye mi dövünsem, yoksa o incecik kitap, benim yüzlerce sayfalık kalın dosyamda anlatmayı bırak öğrenemediğim şeyi nasıl anlatmış, diye kıskançlıktan mı çatlasam karar veremedim.

Şimdi ben de afilli birşey yazayım izninizle: Bir kere kadınlar yoktur, kadın vardır. Amerikancası, "There is no women, only woman." (amerikancası acayip havalı oldu, reklam sloganı gibi) Çünkü, her kadın birbirinden apayrı dünya. Bir kadın'ı anlamak, diğer bir kadını anlamış olmanızı sağlamaz. (Zamanında Ahmet Altan yazardı bunları, şimdi o taraf, bana kaldı kadınlar'ı yazmak)

Sonunda okuyacak daha güzel birşeyler buldum diye seviniyordum, neden sonra market görevlisi uyarınca kendime geldim: "Beyefendi, hıyarlara daha ne kadar bakacaksınız".

Hıyar'ın büyük oranı sudur, homo sapiens sapiens'in de. Ama böyle olduğu için, insanların böyle "beş dak'ka da beşiktaş, on adım da evrenin sırrı" gibi kitaplara para vermesi gerekmez. Buna da, "hıyar önermesi" denir.

Soğuk. Marketten çıkıp yürümeye devam ediyorum, aklımı üşütmektense, ellerim üşüsün yeğdir, diyerek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.