Ana içeriğe atla

Araf'tan İkinci Mektup

Herşeyi bıraktım o gün, anam yalvardı arkamdan. Babam susuyordu, öldürülüleli çok oldu, o cezaevinde başı dipçik darbelerinden ezilmiş, yüzü dağılmış, erkekliğine elektrik verilmiş halde. Olmaz dedim, söz verdim, onbeş kişiyiz, sokağa çıkamam. Arkamda anamı ağlamaktan bayılmış halde bıraktım evden çıkarken, sen ne diyorsun. Anam aklımda, dudağım bebe gibi titrek. Sınırda öbürleriyle buluşana dek tek kelime söyleyemedim dudağımı ısırmaktan, dağa çıkan yiğit de ağlamaz ya, ayıp derler. Iki gece sonra rahatsız yeni yatağımda, epeski bir yorgan altında sessizce ağladım. Gerillaydım, devlet zulmünden kurtaracaktım toprağımı, babamın öcünü alınca affederdi anam beni ancak. Babam, dağa çıkmamış, eşkıya olmamıştı, bir yalnız adamdı. Şimdi biliyorum, bana ve hatta anama küfrettin, ben sen olsam, sen ben olsan, köyünde bombalar patlayan, zulüm hikayeleriyle büyüyen, akrabalarından bazıları köyün meydanında öldürülen, daha geçen yıl mahallede birlikte büyüdüğü dostu, çatışmada öldürülen, amca oğlu ise askerde vurulup ölen sen olsan, şimdi benim yerimde sen olurdun. Ben ise senin annene küfrederdim televizyon başında, elimde kumanda. Şimdi anlıyorum. Iki farklı tarihimiz var, benim dinlerken büyüdüğüm katliamları bilmezsin, senin izlediğin televizyon teröristlerin öldürüldüğünü müjdeler. Ben ise, çocukluğumdan beri devlet'i öcü belledim, "Tece" dedim tükürür gibi, tiksintiyle. Ölen askerin anasının gözyaşlarını bilmedim. Dağda, yanıbaşımda bıyıkları yeni terlemiş çocuk çatışmada tam göğsünün ortasından vuruldu öldü,"operasyonda etkisiz hale getirilen altı terörist"ten biriydi. Sonra "hain bir pusuda" görev aldım, bir askeri ben öldürdüm. Öldürdükten sonra bile hiç düşünmedim, şimdi düşünüyorum o çocuğun anasını.. Her bayram mezar başında gözyaşı dökecek. Şimdi düşünüyorum, çünkü vaktim var. Dersim kırsalında gerçekleşen bir çatışmada öldürüldüm. Asker cesedimi aldı. Aileme teslim edecek, gelip alırlarsa, morg soğuğunda üşüyorum, örgüte yakın bir gazetede resmim basıldı bugün, "Dersim'de öldürülen beş gerillanın kimlikleri açıklandı". Asker ailemi bekliyor, babamı öldürdü gelemez, anam ben dağa çıkınca kahrından öldü gelemez, kardeşim hiç yok. Amcam ölü gömmekten yorulan, kardeşini, oğlunu, akrabalarını, arkadaşlarını gömen amcam, geçen ay öldü eceliyle gelemez. Köyden alırlar elbet, örgüt taziye çadırı açar adıma belki. Sarı, kırmızı, yeşil bezlere sararlar tabutumu, senin okuduğun duaların aynısıyla gömülürüm. Örgüt bana şehit der, sen leş diyeceksin biliyorum. Karışık duygularla sevineceksin ölümüme. Oysa ben isterdim ki, ecelimle yatağımda öleydim yaşlanınca, ölümümü gazete yazmasın, ölüme küfredecek kimse arkada kalmasın.

Olmadı, iki farklı insan olarak olarak öldüm, şehit bir gerilla ve terörist leşi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...