Ana içeriğe atla

Buz kesilmiş sayıklamalar

Akşam. Bir hafta ciğerimde ağrı, öksürük ve ateşle yatmışım. Sonra, herşey bıraktığım yerde, sanki bir hafta olmayan ben değilmişim.

Kantinde bir tanıdık, oturuyorum. Yüzünde sabit bir gülümseme var. Ben de eğreti bir gülümseme giyiyorum alelacele. Oysa ne güzel gülümserim bütün yüzüm ve iki gözümle dahi, içimden gelince. Bir hafta yokluğumu o da farketmemiş, şimdi yanında var olmam da, pek farkettiği birşey değil. Ezbere sorulardan soruyor, yanıtlarımı dinlemiyor bile telefonuyla mesaj yazarken, ben anlatıyorum. Bir ara beni dinlemeye çalışıyor, ortasında olduğum lafı anlamayınca, başa dönmemi istiyor.

Geçen sene bir ara, ondan hoşlanmıştım. O da biliyordu, kim bilir belki şimdi unutmuştur. Adımı sorsam söyleyemeyecek gibi geliyor. Birden Aralık oluyor, birden akşam, sopsoğuk kesiliyorum. Kalkalım mı, diyor, göz göze gelmemeye çalışıyoruz. Tırnaklarım morarıyor sanıyorum, dudaklarım çatlıyor da oluk oluk kanıyor gibi. Biraz daha otursak, gözlerim bir daha görmeyecek, kulaklarım donup dökülecek olduğuna eminim. Birşey soracağım zaman, derslerle ve okulla ilgili, aklıma ilk gelen o oysa.

Hoşlandığımı söylemeyi becerememiştim, bir ortaokul çocuğu acemiliğiyle neredeyse saçmalamıştım. Sonra başka birine aşık olmuştum, bunların hepsi olalı bir yıl olmadı, ama öyle üşüyorum ki şu an, zaman'ı an'larla yaşıyorum ve bir yıl bin yıl kadar uzaktan çalıyor kulağıma.

Konuşurduk, aynı masaya da birkaç defa daha otumuştuk bir yıl içinde, ama hiç olmamışım sanıyorum şimdi, dolayısıyla o da olmamış, hiçbirşey olmamış. Dünya bir ateş topuyken soğumamış.

Herkese soğuk kesildim yine, midem bulanıyor, iğrentiyi avcumun içinde hissediyorum. Evrenin uzak bir köşesinde, mutlak sıfır soğukta, kemiklerim dökülüyor ve bir hafta sonra geri dönsem yine, kimse yokluğumu farketmemiş olacak.

Kimseye kırılamıyorum da, ben buyum, herkesin ortasında evrenin uçsuz bucaksız bir köşesinde kadar yabancı dolaşırken, bin yıl ortadan kaybolsam da sonra dönsem, kimse farketmedi diye kızamam.

Geçen hafta, ateşlenmeden önce nasıl üşüyorsam ölesiye, bin beter üşüyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...