Ana içeriğe atla

Provokasyona Gelmeyin!

Birkaç yıl önce yine böyle olmuştuk, ölüm haberleri tutmuştu gökyüzünü ve eğreti oturuyorduk koltuklarımızda, haberler'e bakmaya korkarak.

Bugün yine böyle olduk, oysa "kardeşlik" ve "barış" umduk, birşeylerin değişeceğine dair umutlar besledik. Nasıl olduk, nasıl buraya geldik, farkına varmadan haberler'den ve birbirimizden korkar olduk. Yeni celp döneminde daha endişeli yolladı askere oğlunu bir baba, güneydoğuda bir anne dağdaki oğlunun endişesini daha taşır oldu.

"Barış" dedik, ama sanırım barış'ı istemedik. DTP istemedi, kapatılmak için yapması gerekenleri yaptı, siyasi platformdan dışlanıp mazlum olmaya heves etti. Güvercinler, şahin'lere yenildi, çıkarlara yenildi sağduyu. Aşırı milliyetçiler istemedi, düşman'ları birer birer azalıyordu, bir düşman daha kaybetmeyi, işlevini kaybetmeyi, sindiremedi. Feysbuk'çular istemedi, çünkü onlar "aydınlığı savunduğu için para cezasına çarptırılan" bağımsız medya'dan (!) izlerdi haberler'i, patronlar istemedi, sözde bağımsız patron yazarları da istemedi.

PKK istemedi, zaten kullanıldık'tan sonra görev'inin bittiğini görüyordu ve yok olmadan son bir direnişteydiler.

İstemedik. Şimdi ise, oturmuş bekliyoruz, diken üstünde.

Endişe, şimdi sokaklarda şiddet'e dönüştürülmeye çalışılıyor, bir defa daha iki halkın arası bozulmaya çalışılıyor.

Provokasyon'u izliyoruz, korkuyoruz. Kim yönlendirirse yönlendirsin, umarım bu oyuna gelmeyiz.

Ama açıkçası endişelerim umutlarımdan baskın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...