Ana içeriğe atla

Düşünme!

Yatıyor. O hani birbirine benzeyen bizlerin kağıt bardaklarda kahve içtiğimiz, kahvecinin markasını göstermek şartıyla fotoğraf çekildiğimiz o mekanın hemen yanında. Sokakta. Midem yanıyor, o kahveciden çıkmıştım ben de, kahve oturdu içimin orta yerine. Ortada kaldım, puşt hissettim kendimi. İnsanlar gelip geçiyordu yanından, ayakkabılarını çıkarıp kenarı bırakmıştı, çalınmasından korkmuyordu. Çalınacak hiçbirşeyinin olmaması hissini merak ettim, o rahatlık, o çaresizlik..

Dilime Mor ve Ötesi'nin en sevdiğim albümünden (Gül Kendine), bir şarkı takıldı, sonra kulaklarıma doldurdum şarkıyı, sonra neredeyse bağıracaktım.

...

Doğru - Yanlış

o kadar çok şey var ki, birer birer söylesem bile çok ağır kaçar
bir de her zaman hayatın o bildik mutlak gerçekleri vardır
o zaman birazcık anlamsız konuşmam gerek
sadece, sadece seslerle yetinmem gerek

bazen doğru bazen yanlış
bir şey söylemem imkansız
eğlenmek lazım, uyumak lazım
düşünme, dur ne'me lazım

mutluluk her yanda, üzülmek için dinozor olmam gerek
para varsa sorun yok, para olmaz mı, havalar nasıl?
sonbahar gelince hiç kimse asla kaygılanmaz
kışlar soğuktur ama evsiz yok, kimse takmaz

bazen doğru bazen yanlış
aslında her şey anlamsız
eğlen zıpla coş düşünme
açlık yok ki hiçbir yerde

bazen doğru bazen yanlış
kim demiş ülkem geri kalmış
eğlen zıpla coş düşünme
düşünme, dur!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *