Ana içeriğe atla

"Kelime"

Doğru kelimeyi bilmiyorum, ne zamandır da yazamıyorum, bildiğim kelimeleri de eskisi kadar yan yana getiremiyorum. Yine de umudumu kesmiş değilim, birgün bulacağım yeni öykümün o kelimesini, yeni "başlangıç"ı, birgün yeniden de yazacağım bu "başlangıç"tan, eskisinden güzel.

Zaten her yeni, eskisinden güzel, eskiden fazla, en azından bir fazla değil mi? Tarih, günler, hemen herşey ileriye doğru gider.

***
Doğru kelime'yi arıyorum.

Aslında aramak yaptığım şey değil, yalnızca onu anlatmak için kullandığım yanlış bir kelime. "Doğru kelime"nin yolundayım hep, bu bir öykünün ilk kelimesiyse bazen onu düşünüyorum, o adını bilmediğim ve seveceğim yeni kadınsa onu arıyorum, ama "sır" ise, sadece yürüyorum. O var ve yok, bulunması imkansız öyleyse aramak gereksiz, ben sadece bir sokakta yürüyorum.

Bugün yüzlere baktım, kaç tane yüz gördüm bilmem, ama önümde gelen geçen tüm yüzlere baktım. Birden kelime'nin şimdi hariç her anda olduğunu sandım, dün'ü ve yarın'ı anarken gülümsüyoruz. Dün biraz buruk bir tebessüm, "yaşanmışlık"... Yarın ise bilmediğimizi sandığımız, aslında dünden de iyi bildiğimiz. Dinler de yarını anlatır, ideolojiler de. Aslında bu dünyada yarın ve son, sana ölümdür, sır değildir, yine de özleriz yarın'ı.

Şimdi ise, hüzündür, çaresiz olduğumuz tek andır.

Tüm bunları yüzler de mi gördüm, yüzler bakarken "eski zaman" diye iki kelime vardı usumda.

"Yeni zaman" yoktur, "zaman" kelime olarak hep eski'dir sanki.

Son'u bilince, yeni olmuyor zaman.

***
Ben kelime'yi aramıyorum, mekan ve zaman sürekli sessizce geçerken, o "kelime" olmayan kelimeleri bulup, o kelimeyi düş ediyorum.

Neşeli yüzlerdeki hüzün gözümü kırıyor, yahut öyle düşünüyorum, bir fotoğraf makınası an'ı resmederken, gülümsemek nasıl şartsa, işte sanki öyle şartlanmış neşeli yüzlerin ardındaki hüün.

Yahu, yok, insanlar maske takıyor, deyip de tüm kelimelerime ihanet edecek değilim, insanlar maske takmıyorlar, hem yüz hep onun yüzü, hem göz hep onun gözü, göz hep güzel, insan sadece şimdi'nin hüznüyle, dünün ve yarının umudu arasında kalıyor, olması gerektiği için kalıyor sanırım.

İnsan, tekiyle çoğunu hem kavram, hem özne olarak anlatır, böyleyken nasıl bir'i hep'ten ayrı tutabilirim.

Hem suçlarken, hem kızarken, hem severken.

Belki bundandır, baz'an sevdiğim kadın'ı bile eskileriyle ve hiç tanımadığım yenileriyle bile karıştırırım, pek kolayca hiç tanımadığım bir kadın'ı hep tanır sanarım kendimi. Belki de budalalığımdandır.

Her "aşk-ı mecazî"de, "aşk-ı hâkiki"yi anmam belki bundandır.

***
Kelime'm, Hâkiki'dendir, ne'dir bilmem, ama her kelimem ondandır.

Belki bundandır, bir ile çok, var ile yok arasında sendeleyip yürürüm.

Belki bundandır... Yazamıyorum diye başladığım yazıdaki ilham O'ndandır.

Sen'dendir, Öteki'ndendir, Bu'ndandır, A'dandır, Ne'dendir.

Belli, O'ndandır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.