Ana içeriğe atla

Yeter!

Canan Saldık'a...


Kınalı kuzular, ceylanlar ve Canan Saldık. Ölen hep biziz, hep biraz daha. Kan doğuyor, güneş doğacak Doğu'dan. Doğu'da elli bin öldük, hâlâ da ölmek için kalkıyoruz yataktan. 

Ortadoğu'da zalimin dölü kurşun iken, biz birbirimize, tam boğazdan sarılmış iken. Bu bir masal değil, bu bir çocuk ölümü. Sakın ağlamayın, boyalarınız akmasın masum bir kürt çocuğu için.. Tezinize uygun, taziye mesajı yazın en fazla.

"Siz, size sunulan sanal masallara ağlar iken, az öldük uz öldük, dağda, şehirde, kışlada, ovada biz öldük" diye "niye öldük?" diye soracaklar mahşerde. İki taraftan da ölen, bu savaştan alacaklıdır, bu kandan nemalanandan hesabını birlikte soracaktır. Hele o çocuklar, o bebeler.. İlahi adaletten umuttur,  elimde kalan, herşeyin ortasında, ortadoğuda, Doğu'nun ortasında savaş varken.

Ben kökleri urumeli, sonuna kadar anadolulu, pekaka kürtler'i kullanıp, asker öldürürken, pusu kuraken, puştluk yaparken, karşısında kırmızıbeyaz Türk, TSK (sadece "kazara" olması dileğim) Ceylan'ı ve Canan'ı öldürürken, ölümüne Kürd, ben ortadoğuluyum, bundan ne utanırım, ne de mutluyum.

İnsan'ım ve insanoğlunun beşiğindeyim. Beşiğimiz ve gözpınarlarımız kan doldu, yetti. Allah bu savaş'tan bir kuruş kazananın, bu savaşa bir kurşun dahi satanın, iki halkı birbirine boğduranın, kanda boğulmasını gözlerime görmeyi nasip etsin.  Bu savaş haramdır, kardeşimi vurmak bana haramdır, ona da beni vurmak haramdır. Allah bu savaşı kahretsin.


Yetsin, bitsin. Ortadoğu, bütün Doğu, solukbenizli yenidünyalı emperyalist devlet tarafından işgal edilirken, Gazze'de bir terörist devlet bebek öldürürken, o devlet, namuslu bir Amerikalıyı bir palet altında ezmişken, orada olması gereken, oraya ağlaması gereken, bu iki halkın, burada birbirini boğması yetsin. Ezilen, mazlum, katledilen hep biz masum insanlar iken, bu savaş bitsin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez.  Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın.  Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

Ötekinin Hikâyesi

Quid rides?  Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.