Ana içeriğe atla

Şimdiki Zamanın Firavunları'na Saygısızlık!

Şimdiki zamanda firavun holdingler ise, bir avuç yavşak ise, kendilerini tanrı sanan paraya doymak bilmeyen arsızlar, sen Musa'sın kardeşim. Bırak kendinden başka Musa aramayı, peygamber gelmeyecek bundan sonra. İş başa düştü, iş sana düştü, bırak efendihoca'yı de gönlünü dinle, olur mu itaat etmek zalim otoriteye, putları yıkan Peygamber'in dininde? Demek ki Kabe'nin içine girdiyse putlar yıkılmalı, en çok da Kabe'ye kadar girdiyse putlar, yıkılmalı! Ağız Kabe, dil hacı, söylemek bazı şeytan, bazı taşlamak şeytanı. Söylemekten başla, eylem gelir, "Hiçbirşey yapamıyorsanız, lanet ediniz" diyen Rabb'ını dinle, "teşekkür ediniz" demiyorsa, "izin alın" demiyorsa lanet etmek için, küfretmek için ne bekliyorsun? Küfrederek başla, dilin alışsın. Bunlara kazandırdıkça, firavuna ibadet ediyorsun, firavuna ibadet var mı Yaradan'ın kurallarında?


Bütün duruşlarımız, bütün gururlarımız, bütün saatlarımız, bütün o gümüşten bakışlarımız, hepsi, sana söz veriyorum hepsi çürüyecek. Çürümeyecek birşeyler yap,  gazetelere çıkmayacak kadar "küçük" birşey, gazetelerin yazamayacağı bir sorumluluğun var senin, hem de sosyal. İyiliğini balık dahi bilecek, sana söz veriyorum
 
Çünkü, çürümeyecek saatı yapamayacaklar. Tüm o şehvetli eserleri, kahve içtiğimiz bardaklar, kafeler, boyunbağları, camekanlar, hisse senetleri, cilalı ayakkabılar, banka kredileri, aşk duyduğumuz o meta, artık her ne haltsa. Kelimeler ve ruhun hariç herşey çürüyecek. Ölümsüz sandıkları dev binaları, deldikleri gök yerinde kalacak da, o binaları çürüyecek.


Bedenin çürüyecek. Öleceksin. Vazgeç ölümsüz gibi yaşamaktan.
Seni severim bilirsin, sen insansın, putları tanrı sanmayı bırak, firavun'a hürmette kusur et artık. Saata ettiğin hurmeti, ruhuna et, "yeter!" demekle başla, cümlelerinin ünlemi bol olsun artık, yeter puşt'a "sayın" dediğimiz, saymayı bırakmak gerek şimdi saygıdeğmezleri.

Kızıldeniz gökyüzü, yeryüzü ve sen Musa'sın, hikmetin âsâ'da değil, bileğinde, hikmetinden sual olunmaz, ama senin soru sormanın vakti geldi. Vazgeç, onların sorularını cevaplamaktan.

Sana söz veriyorum, çürümüş bu düzen tuttuğun yerden kopacak, ortadan ikiye ayrılacak!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.