Ana içeriğe atla

Ve

Denize bakıyordu adam ve dalgalıydı deniz, bakma, dedim içimden, birşey anlatmıyor sana, bana ve kimseye. Kim bilir, belki de yalan söyledim, yollardır yürüyordum ve gözlüğüme çarpıyordu sular. Aklımda kim yoktu ki, hele o, görmüştüm hani yüzünü. Yüzüme çarpıyordu sessizce, yüzüme vuruyordu denizin suyu ve ben bir anlam bulmadım, birşey anlatmıyor, dedim içimden, yüzüme vuran daha neler varken, hani neredeyse yüzüme vurmayan yokken. Yılmaz Odabaşı'nın,  her zaman biryerlere yazdığım satırı "yüzünü özledim, yüzünü, anlasana!" diyordu, her zaman hep başkasına benim için, dediklerim hep anlıyor ve hep umursamıyordu. Sanırım kendime de diyordum, hangi yüzüme, ben de bilmiyorum. Beni bilmezsin kendinden başka, inan merak etmediğin kadar da anlamsız bir yılgınlıktayım şu an, sokaklarda yürüyorum, yüzlere bakıyorum, yazıyorum, okuyorum, birilerine kızıyor, yemek yiyor, boş bakıyorum. Birine aşığım, aşık olamam sanıyordum ve hep biliyordum olacağımı bir zaman, ben aşık olmayı hiç bırakmadım.Neyse, anlamsız bir kederdeyim şu an, olmamış gibiyim, biri okusa benim yaşam öykümü, olmamış, diyecek gibiyim. Öykü yazacaktım bu güz, şu ana kadar yazamadım, yazabileceğimi sanmıyorum, çünkü artık kötü bir öykünün bir karakteri sanıyorum kendimi, yanlış, yalnız, yanmış, yankı, yangı. Yangı, tıpçada iltihap demek, bir zamanlar öğrenmiştim. Bir şiir imgesi olarak düşünmüştüm, ama iltihap olduğunu öğrenince, bırakmıştım. Şiir yazmayı o an mı bıraktım bilmiyorum, iyi bir karar olduğunda kendimle hemfikirim, yıllar sonra üç tane olmamış şiir yazdım ve sonra yine bıraktım. O üç olmamış şiiri, sahibi okudu mu, bilmiyorum. Kaç tane şiir yazdım bilmiyorum ama hepsi olmamış'tı bundan eminim. "ben şairim / vedalara alışmam" yazdığım en güzel mısralar, sadece bu mısraları yazmış olsaydım ömrüm boyunca, neredeyse iyi bir şair sayılabilirmişim belki de, ama o mısralar da, olmamış bir şiirin başlangıcı. Benim asıl meselem bu, çok güzel başladığım şeyler uzadıkça, istediğim / başladığım yerden uzaklaşıyor. Denize bakan adamdan, şiirlerime geldim, hem de aynı paragrafta.

"Ördek bir çeşit kuş mudur?" adlı bir şiirim var, sorunun cevabı yok. Soru soruyor ve cevap vermiyorum, kim bilir belki de, işte bütün meselem bu'dur, yoksa olmak olmamak bir. Mesele mi bilmiyorum, belki deniz yüzüme onu çarpıyordu, belki de cevabı, ama anlayabilecek kadar kötü şair değilim şimdi şu an, tam burada. Veli'nin oğlu Orhan Veli'nin "Dalgacı Mahmut"uyum ben ama çok zaman geçtiğinden, adamolmazadam deyip geçiyorum. Gülüp geçiyorum ve güldüğüme bakma "tarifsiz kederler içindeyim".  Nedeni önemli mi, nedeni var mı, sokaklarda yürüyor ve kendimle dalga geçiyorum. Kedilere imreniyorum, çocuklara göz kırpıyorum, kötü bir adamım ben basbayağı, sürekli insanları kırıyorum.

Mesele bu, biraz da, kendimi iyi biri sanırken, aynaya bakmak zorunda kalmak, "yüzünü özledim, yüzünü, anlasana!" derken, en çok da kendime diyorum. Gerçekten gülen yüzümü, aynada görmeyeli çok oldu, böyle gidersem, kendi yüzüme de, onun yüzünü de, samimi yüzlere de, daha çok zaman...

Üç nokta kullanmıyorum, eskisi kadar, nedenini bilmiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.