Ana içeriğe atla

Ortadoğu'da Şimdiki Zamanın Putlarına Saygısızlık

Ortadoğu'da yangın var. Güneş gibi, yangın da doğudan doğar, iyidir. Yangın tüm dünyayı sarsa yeridir. Yerkürede tüm mazlumların zalimlerden görülecek hesabı var, yeryüzünde tüm yüzsüz zalimlerin haddini bilmeye ihtiyacı var.

Mazlumun ah'ı gökyüzünü tuttuğu vakit, mazlumun haddini aşma vakti gelmiştir. Zalim olmadan zulme geçit vermememek için, halkların kardeşliği için, her dinden mazlumun hesap vakti gelmiştir.

Yahudiler İsrael'e, hristiyanlar Nato'ya, Müslümanlar hain Ortadoğu liderlerine hesap sorsunlar artık. Din'i zalimin elinde oyuncak etmemek için. Ateistleri yahut diğer dinleri yok saymıyorum, hep beraber barışca yaşayacağımız toprakları özgür bırakmak için. İmanın itaat olmadığını, Allah'tan başka kimseye bir borcumuz olmadığını, inananların görmesini istiyorum, üç dinin beşiğinde. Hz. Muhammed putları Kâbe'de kırdıysa, Suud pu.tunun oradan kovulmasıdır sünnet.

Şimdiki zamanın putlarına çekiç sallamak, demir gibi dövmek için barışı. Her türlü zalime karşı, hep beraber olmak, sırtsırda sırtlanarla kavgada. Beşik gibi sallamak, bu sefer sarsarak, uyandırmak için.

Ortadoğu, medeniyetler beşiği. Beşik yanıyor. Beşik yanarsa, dünya sallanır, iyidir.

 Yaşasın putları kırmak, pu.tlara saygısızlık!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...