Ana içeriğe atla

Bahar Bayramı

15 mart 2011'de aldığım not'tan:

nevruz arefesi usumda oysa cenazeden geldim. oysa sevdiğim kadın başkasını seviyor. kelimeler geliyor aklıma anlamsız yahut anlamlı onca yazasım var. kelimelerce. anların resmini yazmak gibi. mesela şimdi dersteyim. başımı çevirince onu görüyorum. hoca ezbere kelimelerle nefessiz anlatıyor dersi. burnum tıkalı, nefes alamıyorum. kimisi dersi dinliyor, bazısı öksürüyor. o dinliyor ve dersi yazıyor ve ben o'nu yazıyorum. bir eliyle saçını kulağının arkasına atıyor arada. sayfalar çevriliyor. nisana az kaldı. nisanda birşey olmayacak sanıyorum. belki şimdi yazdığım bu satırları silerim, öyle, o kadar kırılır düşüm. ama şimdi öyle bir düşkuşağı açıyor usum. usum, uslanmaz, ders almaz. nevruz arefesi, bana aralık bile nevruzdu, o an bilmiyordum, kendimi kaybetmiştim, bildiğim sadece bakışı gülüşüydü. şimdi bir arkadaşla konuştum ve ona baktım, aradaydık, dedemin hikayesini anlatamadım. kendi hikayemi anlatabilirdim, pek meraklı bir hikaye değildir. orhan veli'yi mahveden bu havalar, benim hikayelerimin arkasındadır hep. her zaman bir bahane bulur ve severim. hoca nefessiz anlatıyor dersi durmaksızın, dinleyenler azaldı sanıyorum. uğultu büyüdü. derse girmeden biri sordu, çok şıksın düğünden mi geliyorsun, diye, hayır cenazeden dedim.

şimdi:

bugün nevruz. nisan arefesi çoğalıyor, hava durumu arafta. bahar düğün düşürür usuma. her düş kırılacaktır, ama en çok da bunu bilerek düş kurarım. düş kurmayı, yeşillenen bir ağaca bakmayı, bir kediye derdimi anlatmayı sevmekten vazgeçmem. her okuyan sana, o'na ve o adama, benden hazetmeyenlere hatta en çok, kalbini kırdıklarıma ve bana; hep birlikte daha nice düşler ve baharlar dilerim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.