Ana içeriğe atla

Yakışıksız Kelimeler

yazmak zorunda değilim, ama yazmak zorundayım. yazan hemen herkesin cümlesi gibi, milyon defa söylediğim yahut yazdığım üzere, sait faik dediği üzere: "yazmasam, çıldıracaktım." yazdım da çok mu aklıbaşındayım.

dün gece eksik uyku uyudum, eksik uykudan bir fayda gömedim, çalışsam boşa gitmezdi, bu gece çalışayım bari.

neyi yazmak zorunda değilim, dün yazdığım düşkırığını, çünkü aklıma hemen hiçbirşey gelmiyor, dün hiçbirşey olmadı. çocukça bir körlük büyüdü, biraz da başka bir arkadaşa dikdörtgen olamadığımdan şikayet ettim.

kareli defterde bir dikdörtgen olsaydım, diyorum böyle zamanlarda, ona da bunu söyledim. sanırım bağırıyordum yine. hayatımı nasıl tanımlıyorum biliyor musun dedim, öylesine sordum, söylerken bile işareti gereksiz bi soruydu. "dünyaya kedi gelmek isterken, insan gelmek zorunda kalan bir adamın dramı".. bir deftere bir zaman not aldığım gibi, "alelade bir öykü kahramanı" da olabilir. bu ikincisini söylemedim, şimdi aklıma geldi.

insan olmanın zorluğu. hele ki kayıp nesil'ken. şimdi filmi oynayan radyo programını dinlememiştim, çocuktum. birkaç yıl önce dinlesem bile, dinlemezdim bile zaten. "majinal"ler, "trip yapıyorlar" falan diyerek, freudyen bir yaftayla konuyu kapatırdım. bugün, öyle düşünmüyorum. (belki sadece bugün) evet, oldukça freudyen bakıyorlar dünyaya, ama "puro, bazan sadece bir purodur". sonuçta, hepimiz insan olma zorluğundan bir tarafa düşüyoruz. şimdi, bana hiç benzemeyen bir kadın'ın düşkırığındaysam, ona teklif edebileceğim tek şey, bu farklılıklar içinde, aynı olan insana ulaşmaya çabalamaksa..

reddedecektir. böyle sanıyorum, bunun için de bu teklifi yapmıyorum. böyle saçma, yakışıksız bir teklif mi olur. olmaz. olur olmaz şeyler düşünüyorum, onu hiç tanımıyorum, biraz tanıdım geçen gün yalan olmasın. gözlerinin en içine, bütün bu kelimeleri söylemeden, başka kelimeler söyleyerek baktım. söylediğim ve dinlediğim kelimeler basitti. somut olana dairdi, aileler, sınavlar.

kelimeler somutu daha iyi aktarıyor. "bir elma" dersen, türkçe bilen herkese aynı şeyi söyler. bilmemnecede "bir elma" başka bir okunuşla başka bir anlama geliyorsa da bilemem. "mutluyum" dediğinde mesela göreceli.. herneyse, bin yıllık cümleler bunlar. onun için anlam'ında eksik kalan kelimeler yerine gözünün içine baktım.

ama, sonra kulağıma çalan kelimeler, tam duyamadım, hiç anlamadım, ama kendim olması gerektiği gibi yorumladım. olmaması gereken, yüzümün düşmesiydi, ama oldu işte. ne yapayım. körlük büyümeden düzeltmek isterim.

benim en çocukça hareketim, düşüm kırılınca, bazan o da, kör oluyorum. hiç görmemesine, merhabasızlığına bir körlük, dün bu körlükten bir tane gördüm mesela. "içimdeki çocuk" denilen klişe'den nefret ediyorum şu an. varsa öyle bir çocuktan da.

umarım yazıları okur. her yazıyı, içinde geçenler okusun isterim. sanırım bulamaz, bulmak istemez de zaten, ama okusun isterdim. hem şair olamayıp, hem de çocukça yaşayan bu adamolmazın hikâyesidir bu.

arkadaş zekaî özger diye genç yaşta ölmüş bir şair var, ilk kitabına "sakalsız bir oğlanın tregedyası" ismini vermek istermiş, arkasından basılan kitabın iç'inde bir ad olmuştur bu. adını "sevdadır" koymuşlar nedense. o kitaptan ve "sakalsız bir oğlanın tregedyası" şiirinden bir parça yazayım.

(...)

yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben
sizde güneş bulunur mu biraz / kaktüs alıcam
saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de
çok üşüdü güneşten şizofreni olacak
çabuk olun lütfen dikenleri solacak
           yanaklarım gobi çölü gibi soğuk su içer misiniz

yüzüm eski bir artist yaşlandıkça shirley temple
elimde bir baş soğan bir baş sarımsak
ah ne kadar şakacısınız hiç hamlet oynamadınız mı

olmak ya da olmamak bütün sorun bu
           yanaklarım yul bryner şimşir tarak ister
                                                                     misiniz


bir coniye benzemem, bir şair değilim, tüm bu soruları ben soramam zaten işaretsiz. hiçbirşey oldum ya yine, dikdörtgen olasım geldi yine. yineleme yapıp, kelime oyunu diye yazıyorum. bir rüzgâr'a ithafen, akşam olmasa da.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...