Ana içeriğe atla

Eski ve Olmamış Şiir'ime İki Örnek

İkibinaltı temmuz sonrası (olmamış) şiiri'mden bahsettim. İki örneğini paylaşmak istiyorum. Kısaca da eleştrilerimi yazacağım.

"an'sızım" şiirini ufacık ajanda yapraklarına yazmıştım, hâlâ aklımda. Ondan belki de şiir, yerine uyum sağlıyor kısa dizelerle.


an’sızım

an’sızım
bir ajandada
tarihten
bir yaprağım

yaprak uçtu
ak düştü
kar yağdı
uzaklarıma

an’sızım
vurdum başa
bir türkü
tüttürdüm

duman’sızım
tütün bilmem
o da bilmez beni
adımsız
sanım’sızım

tat’sızım
hiçbirşey yok
sana dair
sanrı sancı
harici

sızlar uzakta
bebek yarası
ellerin yoksa
tutar’sızım

ellerinden
tutar’sızım
yüzünden
oldum böyle

umuda dair
ve maviliğe
geceden güne
inanç’sızım

gözünden
kaçtı böyle
önce ayrıldı
dudak sonra
kollarım

ayar'sızım  
sağım soluma
çarpar
iki ayak
ayrılmaz birbirinden

günah’sızım
akla malik
günler geçti
eskiden

sızım sızlıyor
ve ortakulak
oyunu şimdi
zaman’sızım

sağ’sızım
bağ’sızım
dağ’sızım
ki küçük
dağları yarattı
sanki ellerin

den den
sözünden
sözsüzlükten
dolayı
umar’sızım

/ki burada
biter ellerim/

Şiiri buraya koyunca üzerinde bir kelime oynadım "ayar'sızım" dizesi yerine "balans'sızım" yazıyordu, hoşuma gitmedi. ses uyumunu, göz uyumunu, herşeyi bozuyordu.

"yerin kini" ise, kelime örgüsü gibi olmuş, iki ters bir düz.

yerin kini

*

kin tutarsızım
kin tutarım
geriye kalır sız
tutarsız

evvelde zamanda
kimsesiz bir anda
iki kadeh bir yanda
sız köyün avalcısı

pireler berabere iken
develer kaval
ben aval iken
geriye kalır sız

*

geriye kalırsınız
kin tutar sizim
o zamanlarda
sizliğim tutar
-çıkar canım samanlarda-

sizdim
sonra kimsesizdim
dimağımda izdim
sizdim

*

kimse sizin olamaz gibi
kim oyunların galibi

-kum yutarım
sis yutarım
pus yutarım-

kin tutarım
ellerim ayaklarıma değince

*

sizi çiziyorlar defterimde
üzerinizi


demek kan doluyor
dimağım

*

kan lekesi çıkar
çıkmaz lekesi
kalemin

kimin
benim

geriliyoruz öyleyse
eski yeniden öldü

gerim geriliyor
gerim gerim
geriliyoruz

azalıyoruz
bir kalırım ben gibi

sonra yeni olur
sonra yeni ölür
yeniden

biliriz
yeni de ölür

*

yalnızlık allah’a emanet
kilim dokumaz ellerim
kelem tutarsa
yine de bir ve tek
değiliz

-allah’a mahsus-

mahsusçuktan
yalancıktan
oyuncuktan

kim yılmış
oyunculuktan

*

kop(tu bi)linmez
(or)kestranın şamatası
asla olmamak olmadı
ya da herkes
suret-i sanal vesikalardı

*

suret-i sanal vesikalarım
ben içinde bensizlik
sahicikten gülümsemeler
kopan gürültümeler

koptu gürültüler
kuzu me’ler

*

ki yerin ki
gökün kini
çoktan
bastırabilirdi

yine de gürler gök
ve siz korkarız
ben de bile hatta
kini unuturuz

yere ait
yerin kini

Olmamış bir şiir olmuş tam manasıyla, ne olmak istediğinden habersiz, ama aynı zamanda umarsız da. Birşey olmaktan çok, sadece olmak için var. "To be" yani, iyi ve kötü dizeleriyle birlikte "varolmuş" bir olmamış şiir.

Ama sonuçta, ikisinde de yakalamak istediğim o üslubun izleri var. İki şiirimden de ne utanıyorum, ne övünüyorum, onsekiz yaşımda yazdığım iki şiir olarak paylaşıyorum sadece.

Diğer şiirlerin bazılarında imgeler, göndermeler çok açık, bir iki şiirin yakası açık, diğer şiirlerden geri kalanların ise iler tutar yanı yok, ki geriye birşey kalmadı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...