Ana içeriğe atla

En Bahar Aralık'ın Sonundan Notlar

"Re için" tabii ki, "Re için" daima! Senin için, senden başka hiçbirşeyi yazmayacağım bir zamanı beklemek heyecanı, seni beklemek susamışlığıyla, her ne kadar büyük ihtimalle bu yazıların yolunu bilmesen bile, sana yazıyorum. Birgün, okuman umudu, o günün geç kalmaması acelesi ile.

Re, daima ünlem! En güçlü haykırış, en kuvvetli hece. Ben, daima göçebeysem, bana her yer araf'sa da, seni düşündüğüm her zaman "en bahar" bir Aralık. Hayatımın ilk bahar'dan Aralık ayının sonunda, sana yazdığımı geçiyorum, iz olsun diye.

Gözlerine özlemle.

30 aralık 2010
Hiçbirşey değilse şu çocuk heyecanı yüzünü görünce. Herşey gibi oluyor ya, bütün o dünyanın tüm o dertleri, takvimin yorgunluğu dahi.
Adını öğrenmek derdinde değilim, sana Re dediğimi bilsen, sen de kendine Re dersin belki, "Re" işte o kadar sensin.
Hiç değilse, bilirsin.
Seni yazmak, şimdi bildiğimi bir kelime oyunu. Bir çocuk heyecanıyla. Senden habersiz, senden umarsız, birgün bu satırları okuman umudundan başka bir umudu olmayan, adam'ı bilen, bilmezden gelen, adam olmayan bir çocuk heyecanıyla.
Yazmaya yeniden heyecan duyuyorum, kelimeler çağırıyor beni oynamaya yine, bu birşey.
Sen bir'sin, sen her'sin, sen yeni imgem, güzel düşüm, yüzümün kızarması, seni ne zaman hatırlasam gülümseyeceğim.
Ne zamandan beri, ne zaman daha bilmiyorum, ama vallahi tam şimdi seni çok seviyorum.
***
Hemen önümdesin, gözümün önünde, gözümün içinde, dudaklarımda gülümseme. Ayna yok, gözümün içinin parladığını biliyorum yine de, bunca yorgunlukla beraber.
Oysa benim çocukluğum lime lime dökülüyor aynada.  Eskimiş birşeycesine çürüyor, hep çocuk kalma düşüm ölüyor. Buna rağmen seni görüyorum, seni bilmesem, adam'ı bilsem, olmayacağımı bilsem de unutur gibi oluyorum.
Re, sen benim ilacımsın. Bilmezsin, ben de bilmezden geliyorum ama, canım çok acıyor bu ara.
Aynada görsem kendimi tanımazdan gelirim, sana bakıyorum onun için, gözlerine bakamasam da.
Zamanın getirdikleri olarak, şimdi şu eylül başında, adını biliyorum, gözlerini de. Gözlerimde gördüğünü umuyorum, bunca yazdığımdan daha fazlasını o işteş kısa bakışmalarda. Sevmenin işteş olacağı bir Aralık'ta, seni en uzun bahar'a, daha da bahar bir Aralık'a davet ediyorum. Daima.

Suya susamış kadar, gözlerine ve sana özlemle.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi