Ana içeriğe atla

Noktasız.

sorular yazıp işaretlerini koymuyorum da; cümlelerin sonuna nokta koymasam

olmaz mı

neden bilmem noktalı virgülü koydum; oysa noktalı virgül olmasa da olur

olmaz mı

olur olmasına oldu da ama olmasa da olurdu sanarım

bildiğimi bilirsin doğrusu sanırımdır o kelimenin

kelime bozup şair olduğumu sanmam

bunu da bilirsin

ama kelime bozarım; kelime düzerim

ağız bu meselâ

ağız bu özdemir asaf'tan etkilendi deyorsundur bazan; demezsen aşkolsun

ağız bu

torba değil ki; hem niye olsun

metin eloğlu meselâ; kitabını göstere göstere dolaşırım

cemal süreya meselâ; tek ye ile

çatalı sol elle tutmak gibi

sizin hiç şiiriniz öldü mü / benim bir kere öldü; kör oldum

olmaz mıyım

olmaz olur muyum

kazanın öldüğüne bile inanan sen; inan bana şiirin öldüğüne

Ölü şiirimi anlatmak istiyorum. Görmeye birkaç gün vardı, bir koca gün sokaklarda aylakça dolaştım. Arefe'ydi sanıyordum, sadece cumartesiydi. Bir yerde çay içmeye oturdum. Canım çay çekmişti, birden, akşamüstü, hiç olmayan şey değil. Birdenbire, bilmem neden, kelimeler birden bir yerden geldi. Yazdım. Yazdığım şey müsveddeydi ancak, yarım bir şiir. Tamamlamaya vakit kalmadan, gördüm.

Gördüm, adamını da, aniden oldu. Bir bankta oturuyorlardı, pazartesiydi. Ben ayaktaydım. Ben nasıl oldum bilmezsiniz. Şiir orada öldü. Birdenbire. Tüm işaretleri orada kaybettim. Ellerim çekildi. Geçen pazartesiydi.

sonra çocuk sevdim








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...