Ana içeriğe atla

Resim

Buradan, tuvalin ortasından değil de, yazının başından bir sızı geçecek, sızı mavi ancak içinden balık geçmez. Balık benim hâlimi bilmez. Hâlimi bilecek bir sokak yok ki, gideyim, kaldırımına oturayım. Hâlimi şu sızının yanına arz edeyim, simsiyah ancak küçük birşey, şey ama kaya değil.

Gökte ne olursa olsun, isterse m harfinden martılar, isterseniz göğü keselim, gök yarılsın. Göğü kesersek, griye keser, kessin. Keserse kessin, ne yapalım.

Yüzümün ortasından eğreti bir gülümseme geçiyor, gülmenin yakıştığı bir zaman değilmiş demek. Ama, eğreti de olsa gülümseme, bir martı kadar çekingen, durmalı yüzümde. Gülümsemeyi kesersem, yüzüm düşer, yüzümü tutan bir ip kadar ince gülümsemem.

Ancak o kadar.

Oysa, dünyada olmayan çiçekrengi vardı az zaman önce göğünyüzünde. O zaman kahverengi bir ağaçtı umut, kökü yerin en dibinde, dalları en çok, yaprakları en yeşil, ta göğe kadar uzanıyordu, gölgesinde şiir yazıyordum. O ağaç artık yok. Ağacın yerine koca bir boşluk yapalım, boşluğun rengi ne olsun.

Boşluğun rengi mi olurmuş, derseniz, yanılıyorsunuz. Boşluğun rengi nedir, derseniz, aktı ben çocukken, görebileceğiniz en beyaz şeydi boşluk. Şimdi mi, ne bileyim, ne renk olursa olsun, boşluk işte, fena bir boşluk. İnsan olma hâlinin sancısını koymalı boşluğun ortasına, bir nokta olarak. Bir nokta koymalı bu resme, adını koymak gerekirse; "Hâl-i Pür Meâlim" olsun.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *