Ana içeriğe atla

Kızıl, Kara ve Ak!

Öyle acayip bir zamandayız yine, yıkım haberi, ölüm haberi, yokluk haberi, kan dolu haberler. Haberlerden kan ve bir katran kadar koyu kin akarken, her an birşey daha olacak korkusuyla yaşıyoruz. Ne acıdır, "birşey daha olacak" demek, birileri daha ölecek demek, ama nasıl, ne şekilde; hangi mayınla yahut hangi ihmal enkazının altında.

Kendini ve başkasını öldürmenin, hiç olmazsa, kendini ve başkalarını sevmemenin bin yolunun olduğu bu zamanda; kendini, insanları ve ağaçları sevmenin de yolu var. İster Mevlana söylesin, isterse Nâzım, artık ne olursak olalım, bir orman kadar kardeşçe yaşamanın yolunu bulmalıyız, anadoluda, ortadoğuda ve kara kıtada. Yoksa içimiz dışımız savaş'la dolacak, büyük bir korkuyla ölmeyi ya da öldürmeyi bekleyeceğiz.

Kara ütopyayı andıran günümüzde, güzel olana bakmadan gördüğümüz herşey içimizi yakmaya ve teslim olmuş şekilde distopya bir yarına giderken, yine de birşeyler oluyor, umut yine maveriyor.

Güzel olana bakmalıyız, Wall Street'i işgal eden o çocuklara ve Van depremi için, her yerde, içinden umutlar taşarak toplanan kolilere. Gözümüz güzel olana baktıkça, ister güz olsun isterse karakış, göğümüzde bir renk patlaması olacak, ebemkuşağı saracak göğü.

Ebemkuşağı, gökkuşağı, alâim-i semâ, kavs-i kuzah.. Ne derseniz deyin, göğü bir kuşak saracak işte, biz ümitkâr oldukça, bugün olmazsa yarın, elbette saracak.

Ama, işte bir güzel insan, önce kulaklarımıza sarıyor gökkuşağını. Enzo Ikah'tan bahsediyorum ve onun albümü Rainbow'dan. Ülkemizin ilk legal reggae albümü, ülkemize kara kıtadan bir gökkuşağı armağanı.

Doğruyu söyledikten sonra, dişleri dahi çekilip, ülkesini kaybeden biri. Askerlerinin zulmünden kaçmayı başarınca, ülkemize mülteci olarak gelen, ama düşlerini asla kaybetmeyen Enzo Ikah, albümünde bize, düşleri, güzel yarınlara olan düşlerimizi kaybetmemizi söylüyor.

Kızıl, kara ve ak, ne olursak, ister derimizin rengi olsun isterse düşüncemizin, istesek ve istemesek de ayn'ız ve kendi sınırlarımızı, öz korkularımızı kırarak başlamalıyız yeniden yapılası yarınlara.

Kızıl, kara ve ak, kardeşiz, amenna, ama ayn'ız da aynı zamanda. Onun için selamından barış akan ortadoğuda, kara kıtada, eski kıtada ve yeni dünyada, heryerde, her zaman, her dilde, ayan beyan bir barışa yol yapmalıyız. Türkiye'de, Kongo'da, nerede olursa kendimizi öldürerek başladığımız ölmeye alışmaya veda etmeliyiz. İnsan savaşa aşina olamaz.

İç savaş, dış savaş, kendini ve başkaları öldürmenin yollarından yorulmuş bir hasretle, İzmir'e geldiğinde tanışmak, görüşmek için can attığım kardeşim Enzo Ikah'a çok teşekkür ediyorum, bize bu geç reggae albümüyle, barışla sardığı için.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...