Ana içeriğe atla

yazısız tarih

(bu yazdığımı aşağıdaki yazıyı yazdıktan yıllar sonra yazıyorum. yazının tarihi yok, tarihsiz bir yazı zaten, ya da yazısız tarihim. herhangi bir yarının tarihini atabilirim yazıya, çünkü bana kelimeler doğurtan bir kısırdöngü bu, kördüğüm. ama otobüste yazdığımı biliyorum, demek alfabemin öteki harfine yazmıştım. gözüm çok yanıyordu.)

Pek birşey değilim, sadece bir parça kağıt yahut yaprak. Rüzgâr olamıyorsam, rüzgârda savrulurum. Öylesine... Bir öykü dergisi var elimde, çekmecemde buruşmuş kağıtlarda bitmiş ve yarım öyküler. Sarma bir hayatta, hep başa dönyorum, sarma cigarada duman olsam bari, madem rüzgâr olamıyorum. "İnsan, yoksunluklarıdır" diyor, eskiden bildiklerim, ben hiçbirşey olamıyorum. Oysa çok sevdim ve çok kaybettim, kimseden az değil. Rus ruletinde revolver'ün tetiğine bastım onca gece, onca karanlık arasında saplandı noktalar ve kelimeler beynime, onca kırmızı yangın odamı kesti, bulutlar arefe deyip kızıla kesti. Her sabah, sağanak yağmurda uyandım, odamda baruta çalan toprak kokusu, içimde yeşerdi her kurşunî kelime.

Sonra yine aynı... Pek birşey değil, aynı kurşuna vurulmak defalarca. Bir değil, iki değil, defalarca... Her defasında dibinden kesildi düşlerim sonra, her sevdiklerim tüm renkleri kızıla kestiler. yangın kanıyordu içimde, damağımda duman kokusu. Kan kırmızı sessizlikler kanıyordu, daha dündü evvel ki gün, daha yarındı ve geceler geceler sonraymış.

Evvel zaman içinde, her an içinde piç kaldı düşlerim, en yeşerik zamanında. Tam bir anı sonsuz ettiğimde gözlerine bakarken sevdiklerimin, onlar her geceyi en uzun gece eyleyecekler. Yarın ya da dün, bıyıklarım varken yahut kısa pantolon giyerken, tam hatırlamıyorum, yarın da bilmiyorum diyeceğim. Ölmeden önceki gün yine sizi yazıyormuşum.

Usumda gelecek zamanın rivayeti. Aslında tüm zamanlar geniş zaman. Yanlış zamanda yanlış kişiyi severim hep. Belli ki ondan rüzgâr olamamışım,

/belki. kim bilir. olabilir. irisim kana kesiyor gözümde, avuntularda sallanıyorum, bir yaprak olabilirim, birşey de olamam başka./

An sonsuza uzayınca, yalana kesiyorum, ellerim acemi kalıyor masal oluk oluk akarken beşiğimde sallanırken,

Ben kendimin beşiğini zangır zangır sallar iken, ellerim kesiliyor dişimi sıkmaktan. Gökgürültüsünün gölgesi dolduruyor odamı.

/sevdiklerim akşama yakın iken, dört duvar üstüme bastırmışken, az ve iz ittim kendimi yollara, us puslu iken yaşadım ben hep./

...gökten üç nokta düşmüş.

(bunu ise, en son yazıyorum, en başta yazdığımdan bile sonra, başka bir son olsun diye. iki üç yıl önce yazdığım bu yazıya yıllar sonra ne yazabilirim. kendi tarihimin en karanlık dönemi'nde yazdığım bu yazı şimdi eski. prehistorya'dan bir ses kadar, ancak o kadar. alfabemin öteki harfine yazmışım yazıyı belli, alfabemin ilk harfinin -latince bir elif- tüm gölgesi de yazıya düşmüş. noktalar ısrarla ve kuvvetle vuruyor cama, yine otobüsteyim ve bir nota'yı seviyorum şimdi. o beni sevmiyor, o da beni sevmiyor, ama o başkasını seviyor. ben onu başkasını sevdiğini bilerek sevdim. benim dişlerim sıkılmıyor, onun düşleri ağrımıyor, öylece ağır aksak, yolumuzda akarak yaşıyoruz. yağmur yağmıyor oysa bugün, ama yine de akşam. masal böylece devam eder, piç halil'i bilmeyen bilmez. ama, güzel akşamlar da vardır. "insan, yoksunluklarıdır." diyen kimdi, inan hatırlamıyorum, ama güzel demiş, ama güzel akşamlar çoktur. otobüslerde yazdıklarımın adaş olması, bir kelime oyunundan fazla, bir doğurgan döngü. hemen her akşam güzeldir.)

gri bir tarihte ve üç kasım iki bin on bir'de. otobüste.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

sürgününü yitiren bir şairin ardından.

ey en eski kuytulara saklanan çocuk sevgilerinin aleniliği, en derin kuyuların karıncalanan karanlığı, ses uyumları, bıçaklar ve bütün balkonlar; bir şairin arkasından ne kalır? ey en büyük adamların ayakkabıları, koca binaların camekanları, en derin korkulardan fışkıran öfke, kulak aşinalığı, kılıçlar ve bütün kadınlar; bir şairin arkasından kim kalır? kendi makus talihini makaslarla kesen terzilerdir şairler ve hep büyük konuşur, her zaman büyük ölürler. *