Ana içeriğe atla

Yüz.

yüz, neden şairlerin önemli bir imgesi? ben şair olmasam da, yüzleri severim ve bugün cemal süreya öldü yeniden. ben şair olmak isterdim herhalde, isterim herhalde daima geniş bir zamanda, ama şair olunmuyor işte, hayır şair doğulur da değil, (belki doğulur, ama mesele o değil) ya şairsindir ya da değilsindir, belki de öyle de değildir, kim bilir?

yüz, neden? çünkü, akşam karanlık. hayır, akşam karanlık ve yüz güzel. güzelin yüzüne bakarsın, baktığın yerde güzel bir yüz görürsün. "gül cemal"dir yüz ve bir gülcemal vapuru var sözü edilen (ama mesele o değil) ve bugün cemal süreya öldü yeniden tek y ile.

şairler ölmez, dediler, dedim de, demedim değil. ölmeyenler çok bu memlekette, herkesin ölmeyenleri var ve çocuklar ölümlü en çok. çocuklar olmasa da şairler olmazdı, şairlik çocukluktur belki, bir yüz üzerine, bir yüzden dolayı yazabilmek, çocukçadır. biliyorsun öyledir. şairler çocuk ölürler, mesele bu sanırım.

neden? çünkü zaman durmuyor. şimdi nereden baksan gece bu şehirde ve bu ülkede. nereden baksan bir yerde bir gülüş çürüyor yüzümde. tanımadığım bir kıtada, belki kara kıtada bir adam uyuyor şimdi. mesele böylece bu.

bu böylece mesele. yüz, neden? gözü taşıdığından en çok, şimdi iyice aydınlandı zihnim hava iyice kararınca. gözü taşıdığından, ben bunu hep bilirdim. iyice büyüdü bir çift göz yüreğimde yeniden. ben şair olmasam da, gözleri görürüm. ben resim çizebilsem, gözleri çizerim, daima gözleri çizerim sanki. ama, bilemem, ressam olamayacağım.

yüz.

-cemal süreya'nın öldüğünün yirmi ikinci yılında, olduğunca bilincinakışıyla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.