Ana içeriğe atla

Bugün, bahar geldi.

Bugün, bahar geldi, hava yalanlamıyor bizi ne güzel, bir tek hava yalanlamıyor zaten bu ara, ben kendimi en baştan yalanlıyorum, havalar bozmasın. Zaman, bizi eğerken, günden güne başkalaşıyoruz. Hep aynı güne dönüyoruz, birbirini izleyen yıllarda, hep de başka biri olarak.

Bir dünden, öbür düne döndüm ve bugün. Bugün, bahar geldi. Hava yalanlamasın bizi, yoksa eksiliriz. Kader, bizi büyütüyor, günden güne. İşte, şimdi, daha garip bir şiirde yaşıyoruz düne göre. 


Tahmin edilemezliğini görüyorum ağustosları kesiyor mart, hayalime sığmayan durumlara düşüyorum. Sevmek eskimiyor, sevmek azalmıyor, sevmek büyüyor hep, hiç durmadan. Adını bilmiyormuş gibi, bu adam ben değilmiş gibi, o koşuşturmalar yahut o konuşmalar, olmuş ve olacak yanlışlar hiç olmamış gibi seviyorum. Kendimden başlayarak kimseyi umursamayarak, kelimeler bileyerek, kelimeler yetiştirip kimsenin görmediği, seviyorum. Sen bilmeyesin, o bilmesin, kimse bilmesin diye seviyorum. Bağırmak değil, daha çok susmak geliyor bu sevmeyi içimde. Sen görmeyesin istiyorum. Sana karşı başka biri, ben olmayan biri gibi olmak, kendimi kaybetmek, hep başka biri olarak.


Aralıkları büyütüyor mart, bugün bahar geldi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...