Gelmeyen yaz, baharda bir güz süregeliyor. Sürsün efendim, başım gözüm üstüne, güz olmasa olmazdık kadar, ama bahar, hani yaz diye üşünüyor. Sonra işte kulak kanamam sayıklıyor, güz sanıyor, yanılıyor. Yanılmak da var, kulak kanamam da yanılabilir, bilmelidir, yanılmadan biz olmazdık, ama üşeniyor. Gelirgeçer doğrular yaratıyor acele, işiymiş gibi, oysa aylak bir kulak kanamasından ötede değil, olamaz. Hem de geceyi sever. Düşünüyor.
Quid rides? Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.
Yorumlar
Yorum Gönderme