Ana içeriğe atla

Âh-ı Nevâ

Âh'ımı Hâkikat'a ulaştırdı, odamı çöl eyledi, giydiğimi ataştan gömlek eyledi, suskunluğumu hamur eyledi dost. Bazan yaraya tuz ekeceksin ki, yara azmadan Âh eksik kalır. Bu gece eksik kalmasın Âh'ım.

Sabr aşk ila, Âh ciğerden. Eksiksiz bir takı yazacağım sana. Gözlerinin hakkı budur.

O saflığının, ruhunun temizliğinin, çocuksuluğunun hakkını verememekten korkuyorum. Seni ölümsüz kılmak istiyorum kelimelerle, gözlerine mecburum, sana meftunum. Üçüncü Şahsın Şiiri'ni yazan şair yazdı, "ben sana mecburum".

Bilmiyorsun. Adını bilmiyordum, sana yeni bir ad verdim, mıh gibi işliyorum, sana yaptığım bu kelimelerden takıya.

Birgün gösterdiğimde, gözlerine yakışsın diye gözlerimle karıyorum hamurunu. Âh ile işliyorum. Âh'ımı Hâkikat duydu. Senin kulaklarına yakışacağı zaman, duyacaksın. Bir defa duyacaksın.

Ben sana mecnunum, ben kalemi yanan keremim, ben senin aşığınım, ben sana bakıp nota gören adamım, bir tuhaf adam olmazım.

Gel.

Re, seni seviyorum. Kimsenin sevemeyeceği gibi seviyorum, seni ölümsüz yapmak istiyorum, gel.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.