Ana içeriğe atla

Bilincin arkası.


"çok eski bir öykü bu / insanlar durmuş bekliyorlar / o gelecek hiç gelmiyor / ruhum öğrensin artık / bu ağlatan eski oyunu (...)"
(çocuklar ve hayvanlar - mor ve ötesi)



Altıyüzyirmibeşi beşle çarpamıyordum. Beş çarpı beş yirmi beş, elde var iki. İki kere beş, ikiyi nereye koyacaktım. Bir süre uğraştım, altı çarpı beş. Neden sonra, bulanıklığın nedenini anladım. Uyuması uyumamasından beter, uykusu uykusuzluğundan yorgun bir gecenin sabahında yatakta uyumak ile uyanmak arasındaydım. Kalkamıyordum, dalamıyordum.

Gece yatarken böyle uyuyacağımı biliyordum işin kötüsü, bana bu geceyi yaşatan herkese kallavi bir küfür edip yataktan kalktım. Saat yediye çeyrek vardı.

Yüzlerin arkasını görmüştüm, aşkın birçok halini bir haftada görmüştüm. Aşkın elinde nasıl biçare olduğumuzu, "âh min-el aşk", karanlık gecelerde duymuştum. Bilincimin altını masaya koymuştum, narkozsuz bir ameliyat gibiydi, bıçak altındaydım, yattığım yatağı o soğuk masa eyleyen uzunca bir ameliyattı.

Herbirimiz kendimizi parçalara ayırıp, insanı yeniden tanıyorduk. Cinayeti eksik bir Dostoyevski romanı gibi, ama kendi anlamımızı öldürerek, insanı her haliyle görmüştük. Okuduğumuz birçok şeyden fazla, sanki bir romana hapsolmuş gibi öldürmüştük günleri. Olan şeylerden, sadece biri bile olmasa böyle olmayacaktı. Ama, olmuştu. Oluyordu da, işler çığrından çıkmaya durmadan devam ediyordu. Belirsizlik, bulanıklık, kördüğüme, hepimizi yutacak bir kara deliğe dönüşüyordu. Dönüşüyor da. Kayboluyoruz, bilincin hangi sokağı olduğunu bilmediğim bu kara delikte.

Nereye çıkacak bu sokaklar, bilmiyorum. Kendimi tanıdığımı sanıyordum, belki de tanıyordum dünkü beni. Ama, durmadan büyüyoruz, kendimizi tanımalarımız eskiyor. Hele de başka birini tanımak, düpedüz yanılgı, hatta yalan. Kötü bir yalan, başka birini tanıdığını sanmak. Kendini kandırmak..

Bu yalanlarla , bu bulanık zamanda yine kendimi yazarken buldum. Önceden ne yazdıysam eskiymiş gibi, yeniden yazmalıyım. Kalemimi yeniden neşter kullanarak, kalemimi donkişot'un mızrağı gibi kullanarak yazmalıyım. Yeni yeldeğirmenleri var, uzunca bir yolum. Az gidip, uz gidip, yine de bir arpa boyu yol alamayacağım biliyorum, ama yürümeliyim. Düşten yapılma yeldeğirmenlerinin arkasını görmeliyim.

"kaybolursam şarkı söyle"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez.  Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın.  Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b

Ötekinin Hikâyesi

Quid rides?  Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.

Taksir.

Körparlak bir ay gibi parlıyordu yorgun gecenin sabahı, susmamın nedeninden habersiz, konuşmamdan umarsızdı. Yine de bir merhaba dememi istiyordu, öylesi kolaydı. Karşımdaydı. Kör bir sessizliğin gürültüsü ürkütmüştü, şimşeklerden korkan bir çocuğun gözleriyle. Gözünün tam ortasında bir ıslaklık parlıyordu, suya vuran ay gibi, o kadar. Neden, dedi, sormasından belliydi beni hiç tanımadığı, anlamadığı, inanmadığı, umursamadığı. İstemediğini söylediği ağzında, bazı yalanlar geveledi. Cesetler dahi konuşsun istiyordu, tek istediği oydu. Belki karşısında oturanın hisleri, arzuları, acıları, öfkesi, uzun lafın kısası, ruhu olduğundan bile habersizdi. İnanmak istemiyordu işlediği cinayete, kaçıncı bıçakta öldürdüm sizi bay maktül, diye sormasından belliydi bir taksir olduğu. Tanrı taksiratımızı affetsin. Bıçağı vurdu achillesimi bulana değin, bulanıyordu yer göğe dün gece.