Ana içeriğe atla

Yeldeğirmenlerinin arkası.


“görmeye gelir misin benimle göğünyüzüne
yeryüzünde olmayan bir çiçekrengini.”

Yeldeğirmenlerinin ardını gördüm sonra, aynalarda suretlerimiz gülüyordu. Güzeldik, dosttuk, muhabbet erbâbıydık ve dâhi meftunduk başka başka. Başka aşklar mecnunuyduk; imkânlı, imkânsız ve karmakarışık aşklar yolunda yoldaştık. Karın ayrı, kardeştik. Kördüğümdük. Akşamları gördük, hiç görmediğimiz akşamları gördük, onca zaman yaşanmış gibi on gün yaşadık.

Sonra başka bir taşradaydım, serin bir cennette, sakin bir akşamdaydım. Dilleri farklı insanlar içinde, sadece bir nota sayıklıyordum. "D, Re, Nevâ", öteki adlarıyla birtek nota. "Âh min-el aşk ve min-el garaib. Âh min-el Nevâ" diyerek, eski bir dilde sayıklıyordum. Sonra yeni bir dilde, kendi dilimde davetimi tekrarlıyordum. “görmeye gelir misin benimle göğünyüzüne / yeryüzünde olmayan bir çiçekrengini.”

Göğünyüzünü yüzerek gelmiştim çünkü, o sonsuz maviliği içimde duymuştum. O çiçekrengini ise, görememiştim ve ancak Re ile görebilirdim. Kimse ona bakınca nota göremeyeceği, kimse ona bakınca keman sesini duyamayacağı gibi, ben de onsuz, kelimelere kör ve sağırdım. Bu yazdıklarım ancak, körlüğüm ve sağırlığımdan arda kalanlardır, çiçekrengi'ni dâhi herşeyi ancak birgün O, bu davete uyduğunda yazabileceğim.

Birgün bu davete uyacağı umudumu kaybetmeyeceğim, birgün göreceğiz göğünyüzünde çiçekrengini. Umudumdan hariç neyim var, yeldeğirmenlerinin ardında, aynalarda gözüme bakarken eskimeyen bir umut gördüm. Romanları unutmayan bir don kişot, kelimeleri çiçek gibi toplayan eski ağustostaki adamı gördüm. Onun gözlerine bakarak şiirler yazabilecek tek adamı, aynada gördüm. 

Re,

Körlüğümü, susuzluğumu dindirecek, birtek gözlerindir. Onaltı aralık ikibinon'dan bir arpa boyu yol gitmiyorum. Zamanı, anlara böldüm, kelimeler buldum, kelimeler yazdım, kelimeler uydurdum; sabırla,  aşkla bekliyorum.

Re,

Seni seviyorum.

"göğe bakalım" (Turgut Uyar)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez.  Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın.  Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b

Ötekinin Hikâyesi

Quid rides?  Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.

Taksir.

Körparlak bir ay gibi parlıyordu yorgun gecenin sabahı, susmamın nedeninden habersiz, konuşmamdan umarsızdı. Yine de bir merhaba dememi istiyordu, öylesi kolaydı. Karşımdaydı. Kör bir sessizliğin gürültüsü ürkütmüştü, şimşeklerden korkan bir çocuğun gözleriyle. Gözünün tam ortasında bir ıslaklık parlıyordu, suya vuran ay gibi, o kadar. Neden, dedi, sormasından belliydi beni hiç tanımadığı, anlamadığı, inanmadığı, umursamadığı. İstemediğini söylediği ağzında, bazı yalanlar geveledi. Cesetler dahi konuşsun istiyordu, tek istediği oydu. Belki karşısında oturanın hisleri, arzuları, acıları, öfkesi, uzun lafın kısası, ruhu olduğundan bile habersizdi. İnanmak istemiyordu işlediği cinayete, kaçıncı bıçakta öldürdüm sizi bay maktül, diye sormasından belliydi bir taksir olduğu. Tanrı taksiratımızı affetsin. Bıçağı vurdu achillesimi bulana değin, bulanıyordu yer göğe dün gece.