Ana içeriğe atla

sokağın arkası.

-temmuz bileylendi, göğsüme saplandı.

kasımı karnından bir kılıç vuruyordu. sonra deprem oldu, kılıç kırıldı, heykel yıkıldı.

asılsızdı büyüktü kesindi kesinsizlikliydi. varın yani yokluğu vardı. yokun dahi yokluğu yoktu. var mıydı? zamansız akşamın zamanına inandım, griye inandım, inancım sarsıldı. öğretti. hiçbirşeye inanmamayı Allah'tan başka. en baştan. en sona dek.

gri önce yalancı bir peygamber gibi gökten indi. mutsuzluğu haber veren olmayan bir mesih gibiydi. ama, mutluluğa yordum. grinin inişini mutluluğa yordum. turgut uyar'dan ve umudun zehrinden, umudun zaten ve sadece zehir olduğundan, umudun gözü kör, aklı kör ettiğinden habersiz değildim, ama mutluluğa yordum. yanıldım. yanılmam öylece kesindi. yüz kişi onbin kişiye savaşı yenilecekse, öyle. doksan dokuz kişi öldü sadece benden. ne çokmuşum öylece. kalanlarımız kaçtı. benden sadece bir ben kaldım. kaçtım. sokak arkalarına saklandım. kesin büyük asılsız mağlubiyetimi, kesinsizlikli yenilgimi örtmek için paltomu giyindim. kimse yoktu gri vardı. yokun dahi yokluğu vardı. varın da yokluğu çoktu. griye ve geri kalan herşeye karşı geri çekilişimi sürdürüyorum. sokak arkasında yıkılmış heykelin enkazıyla beraber saklanıyorum.

-temmuz bileylendi, göğüme saplandı. göğüm yıldızlarını döktü, grisini giydi, hikâyesini unuttu. 
göğün düşmesi yakındır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur