Ana içeriğe atla

Terzinin pasajı.

Yazgımı yazıyorum aslında, benim yazdığımın benden başka bir yazarı daha var. Yazgımı yazıyorum, evet, kelime oyunsuz, bir insan önceki kâtiline sarılırsa bunu yazar. Evet, ben bu şehirde önceki kâtilime sarıldım. Daha önce de başka bir kâtilime sarılmıştım, haziranın yorgun bir izi olarak. Çoktan ölmüş yıldızların geçmişini izlemek gibi, kendi yazgımı izliyorum ben. Benim yazdığım, simurg alışkanlığında bir adamın güncesi. Okunaksız veya okunaklı, bulanık veya aydınlık, hep yazıyorum, yazmak benim işim, ben terziyim çünkü. Bir kadına bakıp bir nota gören ve bundan sonra kuyumcu olmak isteyen bir terziyim ben. Kâtillerine sarılan terziyim, evet, çünkü terzilik tuhaf bir iş; seni sevmeyen kadınlara sarılmak da ölmeye benziyor. Notaya hiç sarılmadım, biricik notama sarılamam ben, evet, ancak karanlıklı fotoğraflar çektiririm onunla. Hikâyesiz bir şehirde şair olmak çok zor, belki de bundan şair olamıyorum, evet, bu yüzden hikâyemi şiirliyorum. Hayır, hayır, kendime yeni bir şehir yazmalıyım, nefes alabileceğim ve -evet- hep ölebileceğim bir şehir. Yaşamayı böylece severken, bu kadar çok ölünmez bu şehirde; benim yeni bir şehir yazmam lazım. Yazmalıyım. Hayır, bir şehir dikmeliyim kendime.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...