Ana içeriğe atla

Terzinin masalı.

Ellerinde ezbere bir akşam var terzinin, bildiği işi yapıyor, terzi veda etmeyi, bir dünya dikmekten daha iyi biliyor. Böyle terzi olur mu? Olmaz olsun. Ellerinde ezbere bir kelime var terzinin bir kelime daha, sonra ikisini birbirine dikiyor. Terzi görüyor meğerse camdan bir yüzükmüş göğün döküldüğü akşam leylâya verdiği. En başından mecnun olmuş kays kendisi, kuyumcu olarak doğmuş terzi kendisi. Böyle terzi olur mu? Olmaz olsun. Elleri titriyor terzinin dünyayı sökecek. Elinin yettiği bir yıldızı sôküp atıyor yere. Yıldız yere düşünce yer çatlıyor, taş dayanamaz ayrılığa taş çatlıyor. Terzi duruyor, terzi titriyor. Terzi biliyor veda etmesini, terzi biliyor eskiyor gözleri. Terzi artık terzi kalamaz biliyor, bir notayı görmeyince gözleri bir işe yaramaz biliyor. Terzi gözlerini ona vermek istiyor, ama bu çirkin bulanık karanlık eski gözleri görmemeli sevdiği. Terzi orada anlıyor gözlerini vermesi değil saklaması gerekiyor. Vermiyor, bir karanlığa gizliyor gözlerini. Terzi, bir ateş parçası veriyor, gözleri yerine. Re, ateşi elliyor, görüyor Re olduğunu, ama adını bilmeden. Eli yanıyor, ateşi geri veriyor terziye. Terzi ateşe değiyor, içinde bir kor yanıyor. Terzi ateşi kendine saklıyor, gözleri yanıyor. Kör oluyor. Bir kedi bakıyor. Görüyor bu terzi artık terzi değil. Olmaz olsun böyle terzi. Kör ve eski terzi. Eski terzi şimdi kör bir adam. Siyah besliyor avuçlarında. Çiçekler yanıyor sıcaktan. Bir nota kediden korkuyor, gidiyor.  Leylânın gölgesi gözlerindeki mavi iklimle gidiyor. Kara bir soğuk, kör bir sıcak bırakarak arkasında, bahar gidiyor. İlyasa bırakıp kaderini kör adamın, hızır gidiyor. Bir çocukluğu öldürüp, hızır gidiyor. Hem kör hem sağır bırakarak bir adamı, bir nota gidiyor. Kör adam kalıyor, roma yıkılıyor, kalıyor kör adam, bir de kapı kalıyor. Kapıyı açıyor kör adam, bir dergâha çıkıyor. Kapıdan giriyor kör adam, kapı kapanıyor, et kopuyor sanki etinden, âh ediyor. Kapısız dergâhın kör kapısı olduğunu orada görüyor. Ciğerinden âh ediyor, dergâh yanıp küle, kül dört yana savrulup çöle dönüyor. Bir yağmur yağıyor çöle, mecnunu yakan ateş parçaları olarak sanki dünya yanıyor.

Yağmur yağarken, çocukluğu çürüyen bir adama, gökten rahmet ve ilhâm iniyor, bir kadına bakıyor adam bir nota görüyor. Hâkikatın suretini görüyor. "Re, sanki. Bir nota kadar." diyor. Adam olmaz bir adamken, kuyumcu oluyor. Aylardan aralık, mevsimlerden kış olmasına rağmen her yer bahar oluyor adama, gri binalar gül bahçesine dönüşüyor. Ustası Hızır'ın bin bir sırrından bini ilhâm oluyor adama, kadının gözünde görünce hızırın sesini, kelimelerle kızıldenizin yarasını dikiyor bunun üzerine terzi oluyor. Gül bahçesinde bülbül oluyor. Eski yunanda bir platon oluyor. Öğreniyor terzi gün be gün karşılıksız sevmeyi, sevdiğinin sevdiğini sevmeyi bile öğreniyor zamanı gelince. Zamanüstü bir notayı sevse de durmuyor zaman ellerinde. Ellerinde ezbere bir akşam var terzinin, zaman hızla çürüyor, leylâsız bulutsuz yağmursuz bir iklim, kara bir zaman yaklaşıyor.  Zamanında kızıldenizi diken terzi kendi ayrılığına çare bulamıyor. Öyleyse leylâya bir kürk dikmeli, diyerek, gözlerinin gölgesi olmayacaksa da üşümesin diye öteki yarısı, terzi göğünyüzünü söküp en mavi bir kürk yapıyor. Öyle parlak taşlarla süslüyor ki, hiç bilmediği, hiç görmediği, daha önceden görmüş olsa leylâ, ölülerin neden yaşadığını anlayacağı iki kahverengi taşla süslüyor. Onu gördüğünde parlayan gözleriyle kürkü süslüyor. Biliyor artık kuyumcu kalamaz, biliyor artık terzilik yapamaz, gözlerini vermeye hazırlanıyor Leylâsına, biricik Re'ciğine. Ciğerden bir âh eyliyor, titriyor, kör kalıyor adam. Zamansız yağmurlar yağıyor gözlerinin siyah bulanıklığını saklayan. Hızır geliyor, öldürüyor çocukluğunu, gidiyor. Bin oyununu öğreten, âli cengiz oyunun ustası, zamanı geri almayı öğretmiyor kör adama. Böyle adam olmaz olsun. Bir yangın yağıyor yere, her yer kızıla kesiyor, kör adam bir kedi oluyor, yitiyor. Mavi kürk yanıyor, tüyleri kızılmavi alevlere bulanıyor, göğünyüzünde sesi kalıyor yangının akşamları.

Bir vardı bir yoktu. Kitabın elleri yaktığı bir romada, herkesin ortasında, adamın biri vardı. Bir notayı sevdi,  notanın kediden korktuğu bir romada, notayı yazdı. Haziranda birgün, kadının biri ateşten yapılma bir gerçeğe değdi, eli yandı, yangın elinden bir şehire bulaştı. Şehir bulandı göz üzerinde. Haziranın bir akşamı terzinin biri ateşe kandı. Diktiği yeryüzü yandı. Yersiz kaldı, yüzü bulutlandı. Bulutlar bile çamurdandı. Zaman üzerinde bir andı, bir boşlukta asılı kaldı. Roma çürürken kedinin biri, kendinden ve ateşten yapma kitaptan korkan kadına bakakaldı. Geriye ağustos kaldı.

Ben terzi, vardım, yoktum. Bu şehirde, tüm hikâye, bence bir masal olarak yaşandı. Bir kadına baktım bir nota gördüm.  Aralık onaltısındaydı, sonra ağustos oldu. Sonra bir daha aralık ve bir defa daha ağustos oldu. Üçüncü onaltı aralık acemi bir yağmurla geldi geçti, şimdi bir ağustosu karşılamaya gidiyorum. Arkamda yenilmiş bir son roma bırakacağım, döndüğümde yeniden ülkeler kuracağım, yeniden yenilmek üzere. Güzel yeniliyorum ben zamana. Ben eski terzi, hep simurga dönüşeceğimi sandım yandıktan sonra, ama bir kedi oldum notanın korktuğu, ellerimde mor bir ateş kaldı geriye, ellerimde ezbere bir akşam var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kederli bir öğleden önce.

Adamın biri bir gün evden bakkala gitmek için sabah 7:47’de çıktı. Her şey yolunda gitse, ekmeğini alıp herhalde 8:05, bilemedin 8:15’te evde olacaktı. Olmadı. Eve döndüğünde saat gece on ikiyi çoktan geçmişti. Bakkaldan eve niye böylece geç döndüğünü de konu komşudan kimse merak etmedi. Kimse farkına bile varmadı, ama yine de o gün Nitat İnibat bakkaldan evine üç dakikalık yolu on altı, on yedi saatte dönebildi. Nitat bey, sabah kalktı, çayın suyunu koydu, üstüne dem attı, rahmetli babasından öğrendiği üzere iki parmak suyla soğuk demlemesini yaptı. Neyse ki daima temkinli bir adam olduğundan, evden çıkarken her ne olursa olsun ocağın altını kapatırdı. Yine kapattı. Pijamasının üstüne ceketini giydi. Cebine üç beş kuruş para aldı, bir de kimliğini aldı. Acaba fazla mı temkinliydi, ya da eve biraz geç ve zor döneceği içine mi doğmuştu? Yoksa Nitat beyin bu hazırlığının nedeni en başından ne yapacağını biliyor olması mıydı? Nitat bey ne yaptı? Kararlı adımlarla bakkala yürüdü. Kimsenin

Tekerleme.

Bir sabaha uyanamayan on binler hakkında yazıyorduk dünlerden bir gün, dün değilse evvelsi gün, her şey ne çabuk ölüyor burada. Oysa ölüm eskimez. Her şey ne çabuk eskiyor burada, oysa ölüm. Her şey olacağına varıyor. Bir yargıya vardık, yargı eskidi. Varlığımız da eskidi. Eksildik. Oysa ölüm eksilmez. Sonra askıya aldılar bildiğimiz sayıları. Yerine yeni sayılar verecekler sandık. Yeni bir yasayla, yeni yasaklar arasında bir ip gibi gerildik. İp üstünde bir canbaz, bazı yasaklar üzerine bir söylev söyledi. Siyahın aslında siyah olmadığını, sadece beyaz olmayan bir renk olduğunu iddia etti. Bizim memlekette siyaha siyah denir demeliydi Can Yücel, ne yazık ki ölmüştü. Siyaha yakın bir renk, diyebiliyordu ancak yaşayan bazı şairler çekinerek. Diğerleri ölmüştü. Oysa ölüm, doğumun bir sonucuydu sadece. Sürünmekten korkuyordu insan. Elsiz ayaksız bir yeşil yılan değildik ki biz. Yalan olmasın. Sürünmekten, sürülmekten ve yüzümüzü demirlere sürümekten de korkuyorduk. Biz. Hep bir hallı, Tur

Bir yenilgi hikâyesi.

" Kaybedince daha çok seveceksin. " Bu babalar gününde, babamı yitirdikten sonra ilk babalar günümde; sosyal medyada babamın bir fotoğrafıyla bereber, şu satırlarla başlayan kısacık bir yazı paylaşmıştım: " Bir kimsenin değerini, aslında ancak yokluğunda anlayabiliyoruz, demişti bir misafirim geçen gün. Öyleymiş. 11 mayıstan beri her gün, saat 02:59’dan itibaren her dakika, hemşire “gelin” diye çağırdığından beri her an bunu santim santim, milim milim anladım ve yine de bunu bir yerde idrak edemiyorum herhalde. " 12 ağustos akşamı, uzunca bir aranın ardından yine tribündeydim. Aranın nedeni de babamdı zaten, onun grip bile olmaması lazımdı, biz de elimizden geldiğince dikkat etmiştik. Pek tabii, keşke babam burada olsaydı da tribünlere hiç dönemeseydim. Elden ne gelir, takdiri ilahi gerçekleşmişti işte. Babam vefat etmişti ve ben tribündeydim. Altay hikâyemin tam içinde değildi babam, ben babadan oğula taraftar değilim, babam benim çocukluğumda futbolla tamamen ilgi