Ana içeriğe atla

Karanlık

zaman bitti, dedi, zamanın sonunu gördün. öyle deyince karanlık çöktü içime, ötede bir gölge gibi duruyordu ismi, dilimin ucuna geldi ve yaktı, kimdi? körlükle bakmıştım bir resme en son, sonra zamanın sonunu gördüm, kelimelerden soyundum, titredim. bir başımaydım bir şehirde, başımın içinde sesler, zaman bitti, dedi, bitti zaman, dedim, öylece sustum. ağustos öncesiydi başka birşey değil, göremeyeceksin bir daha, dedi, sana bakmayacak, dedi, zamanüstü bir insansın sen, demiştim ben, beni bilmeyecek. kendimi bilmeyerek sese baktım, içinden eski isimler çıkıyordu, soyundukça bir kabuk daha, sesin arkasında kim vardı? tanıyamazdım, kendimi bilmiyordum, karanlık çöküyordu, elimi oynatamıyordum, yanıyordum titriyordum, bir yüzün izine bakıyordum, görmüyordu beni. mor ateşin üzerine sıçramasıyla irkildim, zamanın sonu, dedi, izler kalıyordu kağıtlarda, verilmemiş bir veda mektubunun gölgesi karabasandı, verilemezdi, dedi, veremezdin sen, dedi. ne zamandır biliyorsun beni, dedim, zaman bitti, dedi. boşluğu duydum, boşluğa düştüm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Açık uçlu hikâye.

Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez.  Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın.  Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b

Ötekinin Hikâyesi

Quid rides?  Mutato nomine, de te fabula narratur. Quintus Horatius Flaccus “Güya buraya bir daha asla gelmeyecektim.” Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesinde, bir Amerikan kahvecisinin tuvaletinin kapısında görmüştüm bu cümleyi. Hiç unutamadım. Çünkü o zamanlar bir hikâye üzerinde düşünüyordum, nereden başlamalıyım, nasıl yazmalıyım diye kendime soruyordum. Yıllarca çabaladım, aslında yıllarca kaçtım yazmaktan. Çünkü kalemi elime her aldığımda, kendimi bir daha gelemeyeceğim kadar güzel zamanlarda buluyordum ve bu yüzden de hatırlamamak için “bir daha gelmeyeceğim” deyip yazmaktan kaçıyordum. Boşuna kaçıyordum aslında, bir daha gelmeyecek olsa da yaşanmış olması bile hayatımın geri kalanını değiştiren, güzelleştiren bir hikâye yaşadım. Bir hikâyenin ilk cümlesi önemlidir. Okuru okumaya ikna etmeye ilk cümlede başlamalıdır yazar. İlk cümle, çarpıcı olmalı, etkileyici olmalı; akılda kalmalıdır. Bu hikâyenin başı benim için çarpıcıydı, tam anlamıyla, olması gerektiği gibi.

Taksir.

Körparlak bir ay gibi parlıyordu yorgun gecenin sabahı, susmamın nedeninden habersiz, konuşmamdan umarsızdı. Yine de bir merhaba dememi istiyordu, öylesi kolaydı. Karşımdaydı. Kör bir sessizliğin gürültüsü ürkütmüştü, şimşeklerden korkan bir çocuğun gözleriyle. Gözünün tam ortasında bir ıslaklık parlıyordu, suya vuran ay gibi, o kadar. Neden, dedi, sormasından belliydi beni hiç tanımadığı, anlamadığı, inanmadığı, umursamadığı. İstemediğini söylediği ağzında, bazı yalanlar geveledi. Cesetler dahi konuşsun istiyordu, tek istediği oydu. Belki karşısında oturanın hisleri, arzuları, acıları, öfkesi, uzun lafın kısası, ruhu olduğundan bile habersizdi. İnanmak istemiyordu işlediği cinayete, kaçıncı bıçakta öldürdüm sizi bay maktül, diye sormasından belliydi bir taksir olduğu. Tanrı taksiratımızı affetsin. Bıçağı vurdu achillesimi bulana değin, bulanıyordu yer göğe dün gece.