Denizi görünce söyledim, yeni gelmişiz. Nereye, işaretsiz önemsiz artık bu sorular. Böyle sorular, hemen hemen tüm sorular. Sorular işaretsiz. Yeniden. Yeri gelmişken yazmalıyım, gemi gördüm denizin üzerinde. Olması gerektiği üzere. Herşey sıradandı, yük taşıyordu, sorulacak soru yoktu. Sonraydı aklıma düştü, gelmişiz. Anladım eski bildiklerimden, deniz gözümün önünden gidince. Görüyorum, bir çocuk öldüyor yaprağı, oysa yaprak kuru. Kahverengiye dönmüş bile rengi. Bilincimin rengi ne, soru değil. Gri değil, ilk akla gelen birşey değil, kahverengi de değil. Sakal karanlığı renginde olabilir, benim sakallarım ancak bir karanlıktır. Bir uğultu çenemin altında. Başımda bir uğultu, bilincimin bir iki harf yitirmesini şaşırmadan izliyorum.
Evvela ithaf. -beni yeniden yazmaya çağıran M'ye hikâyeden önceki yazımdır. Ve yazgısını kendi çağıran yazıya giriş. Yazmayı unuttuğum bir hikâyeyi okudum bugün, neden ve nasıl bilmiyorum, çünkü yazmayı da unutmuştum. Ellerim olduğunu dahi unutmuştum. Ellerim olmadan kördüm ben. Kararsız kararlığa körlemesine girdim, kararsızdı muhakkak, çünkü yazılmamış bir hikâye yazılmayı beklemez. Kahvenin karanlığını akla çağıran gelişme. Hayat bu yüzden tuhaf, beklenmeyen yerde başlarız yazmaya, bir daha yazmayacağına dair bir yanılgı içine hâkim olduğunda. Hikâye gözlerine bakar ve yaz beni der, yazar iradesizdir, irade sahibi olan öyküdür okuyan bilmez. Hikâye yazdırır kendini. İlham dersin yahut rüzgâr, kendine çağırır hikâye. Alelacele gidersin, hayat bu yüzden tuhaf. Yazamayacağın sanrısını ve onca işi bırakır, hikâyenin gözlerinde bir kelimede bin kelime çağırır aklın. Yazar çaresizdir, hikâyenin esiridir. Geç kaldığını düşünse de, başlar yazmaya. Sonunu b
Yorumlar
Yorum Gönder