Ana içeriğe atla

Ekim beş.

Dün akşam karakalem çizilmiş bir meyva tabağı görünce aklıma düştü. Yazdım. "Siyah kalemle kırmızıyı çizemezsin, ama yazabilirsin. Yine de kırmızı kalemle kırmızıyı çizebilmeyi de çok isterdim." Öyle, yetmiyor kırmızıyı yazmak bazan. Bir notayı onlarca defa yazdım, resmini yazdım, yüzünü yazdım, amma ve lâkin kendi ellerimle çizebilmeyi öylece isterdim. Bir çiçeği de öylece. Latince bir elif'i mesela. Yüzünü gördüğüm gibi çizmek isterdim, çizdiğim gibi hatırlamak. Zamana yenilmeden. Zaten zaman nedir?

Latince bir elif, çünkü her elifbaya başlamaya bir harf gerekir. Bana yazmayı ilk öğretendir, sevilmemeyi ilk öğretendir. Öyle ustaca sevmiyordu beni, öylece acemi sevdim onu. Ondan kaç yaş büyüktüm, ama bir genç kız da olsa bir kadın da olsa görmüş geçirmiş bir erkeği ellerinde çocuk yapıyorlar, beceriyorlar bunu. En azından ben karşılarında hep çocuk kaldım, eğdiler büktüler canımı yaktılar. 

Ama, lezzetini bilirim bir kadın tarafından sevilmemenin. Böylece avunabilirim. Latince bir elif, yedi yıl olmuş. Yedi yılın üçünden fazla sevdim onu, sessiz sedasız. Nefret ederek sevdim, ne yalan yazayım. Sevmemişti beni, ilk kural olarak da söylemişti, yine de sevmiştim. Yazmıştım. Yazdıklarımı okutmuştum. Öyle. Sonra bir gün, asansörün tadı olmadığını yazdım ona. Sonra da bir daha yazmadım. Demek isterdim. Ama, yıllar sonra yeniden canımı yakmasına izin verdim. İzin mi verdim? Hayır, neden kandırıyorum kendimi. İstedim. Çünkü bir aşinalıktı benim canımı yakması. İlk başta bunu için anlaşmıştık aslında, akdimiz bunun üzerineydi.

Daima ilginç sevdalara düştüm sanırım ben. Neden. Nedenini biliyorsun. Re ne kadar haklı, nedenini biliyorum. Lezzetini biliyorum bir kadın tarafından sevilmemenin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Burada

“ eski bir şarkı belki bir şiir ” İzmir’in ayazında evvelki yazgılardan ismimi sildim seni tanıdım ama hatırlayamadım senlerin içinde seni ayıramadım İzmir’de ısıtmaz güneş yanımda azalırken bir çınarın gölgesi karşımda cumartesinin eksiği karagöz oyunlarının gölgesi çelebinin rüyası hezârfenin düşüşü hacıvatın kibirli sessizliği birinci yalnızlığımdan arda kalan yeni veliahtların masaya düşen gölgesi şairlerin eski ahitleri cümle hataların güncesi benim yarınım benim dünüm yanaklarım bileytaşı temel temelsiz direklararası böyle yıkılmaz (yalnız bu şarkı kırmızıdır çabuk çarpar şimdiden şehla bakıyor gözlerin) İzmir şehrim işim resim yazmaktır Sen miydin belkahveden bir yazıyla indiğim senin yüzünden seninle gözlerin sizli tafsilatını bilmiyorum tanrım bilir taksiratımı ve sakallarımı ben hatıralara inanmıyorum barikatlara ve dağlara da amentüsü inkar olan o kadın sen miydin belma sebil miydi eski birşey maalesef aklımda hergün hakikat şarkısının eksik notası (Dün bir gün seni de gördü...

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

Şemsiyeci üçlemesinin hikâyesi.

Havada, Paris'te ve İzmir'de üç şiir yazdım ve bunları yayınladım. Şiir yazdım demek de lafın gelişi, şiir karaladım; pek tabii ki, eksik şiirler bunlar. Olmamış, ham! Çünkü evvela, aceleyle yazdım ve öylece yayınladım. Neredeyse çalakalem. Böyle şiir mi olur? Olmaz olsun.  Kendimi zaten, " yarım kalan öykülerin yazarı,  olmamış şiirlerin şairi  ve makina imalatçısı " olarak tanımlıyorum. Yazdığım ve yaşadığım bir çok öykü yarım kaldı hayatımda, şiirlerim daima olmamış ve olmasını da pek umursamıyorum açıkçası ve en nihayetinde makine imalatçısı bir sanayiciyim. Bu yüzden şemsiyeci şiirleri diyorum bunlara. Hikâye meşhur; bir şemsiye tamircisi, yazmış olduğu şiirleri incelemesi için Shakespeare’e gönderdiğinde, ünlü yazarın cevabı şu olur: “Dostum siz şemsiye yapın, hep şemsiye yapın, sadece şemsiye yapın.” Ben de bu defa bir sanayici olarak şiir yazmaya giriştim ve o hevesli şemsiyeciden çok da farklı görmüyorum kendimi. Hem Aziz Nesin'in dehşetli isabetin...