Ana içeriğe atla

Ekim on.

Ekim süregeliyor, yalancı bir yaz geldi geriye, tuhaf bir ekim olduğu kesin. Gâh eylüle, gâh kasıma çalıyor. Yazmak için güzel bir ekim doğrusu, bütün duygularımı yaşayabiliyor ve yazabiliyorum. Eminönü'nden de, Pera'dan da yazabiliyorum yani. Araf'tan da.

Yazıyorum, amma ve lâkin bitince ortaya bir bütün olarak ne çıkacak kestiremiyorum. Belki de doğrusu bu, bilmeden körlemesine yazmak. Bazı günler yarın buradan devam ederim, diyorum kendikendime, bazı günler yazıya başladığımda ne yazacağımı bilmeden başlıyorum. Ekim güncesi çıkacak ortaya, bir resim çıkacak, ama neye benzeyecek bilmiyorum.

Bugün de yazıya ne yazacağımı bilmeden başladım. Bir de aklımda bir soru vardı, yazdıklarım yazılanları okusa memnun olur muydu? Re dahil, hiçbirinin mutlu olacağını sanmıyorum bu günceden, ama niyetim de (yine Re dahil) hiçbirini memnun etmek değil. Burada en çok zamana karşı yazıyorum, yani yirmi yedinci ekimimin resmini yazıyorum, birgün yeniden okuduğum zaman (evet, zaten zaman nedir?) gülümsemek için yazıyorum.

Okuyanları (eğer varsa) önemsemiyorum diyemem, öyle olsa kağıda yazardım, ama ben okuyanlar için yazmıyorum. Eğer biri okuyorsa yazdığım şeyi okuyordur ancak. Kendimi tekrara düşmekten de belki bundan korkmuyorum, aynı olayı birkaç defa yazabiliyorum, ama yazarken yeniden yaşıyorum. Unutamıyorum ki. Aklıma yazacak birşey gelmiyor başka. Bu güncede ve genel olarak bu blogda elimden geldiğince çıplak olarak yazdığım benim ruhumdur.

Neyse ki, sıradan hayatımda olağanüstü insanlar da tanıdım, öyküler de şiirler de yaşadım. Yaşadığım öykülerden yazmalıyım belki de biraz. Ama, bugün değil. Bugün istemiyor canım. Biraz yabancılaştım sanırım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir cumartesinin umudu.

Canbaz, gül ile diken arasında âli cengiz bir cesaretle dolanıyordu. Gözlerinde başka bir yarının ümidi dolanıyordu. Dili dolanıyordu, aklı dolanıyordu. Şehirler, şehirlere dolanıyordu. Şehir şehir dolaşırken, şarabın ateşiyle hoş iki başın, baş başa bir fotoğrafı aklında dolanıyordu. Bir cumartesinin umudu dilinde dolanıyordu canbazın. Canbaza dikkatle bakanlar; onun gözlerinde çözülmeyi bekleyen bir yumak gördüler. (9 Temmuz 2024, 20:30, Taksim Gezi Parkı)

10 Mayıs 2024

Bugün, Ramada Kemalpaşa Otelinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanı sayın Dr. Cemil Tugay ve Kemalpaşa  Belediyesi başkanı sayın Mehmet Türkmen beyefendiler ile Kemalpaşa sanayisi ve yapılabilecekler üzerine bir toplantıdaydık. Cemil başkan konuşurken, bir anda iki yıl önce o anlarda babamı son defa gördüğümü hatırladım. Sonra, 11 Mayıs 2022 günü saat 02:59'da çaldı telefonum; babam hasta değildi artık, ben de çocuk değildim. Hemen ertesi günü, işyerine uğramak zorunda kaldım. Babamın kredi kartı ödemesi vardı; o olmasa da, kart ödemesi vardı ve ödemek için de buraya gelmeliydim. Buraya yazıyorum, çünkü bu satırları da yine işyerindeki odamda yazıyorum. Kapıdan ilk içeri girdiğimde, her şey çok büyük gözüktü bir anda gözüme. Sanki yeniden altı yaşımda fabrikaya gelmişim gibi, küçülmüştüm. O yalnızlığı öylece duydum, o anda anladım. Yine de "büyümem" lazımdı, hem de bir gün öncesinden, 10 mayıs 2022'den çok daha fazla büyümem lazımdı; çünkü artık "Yılmaz beyin o...

On beş.

Bu bloga yazmaya, dile kolay, on beş sene önce bugün başlamışım. Demek ki bu bloga yazarak büyümüşüm. Zaten, kendi güncelerim gibi, öncelikle kendim için yazdım buraya; bu yüzden de okunup okunmadığını umursamadan, zaman zaman büyük aralıklarla da olsa, daima yazdım. Yaşadığım hikâyeler, yazdıklarımdan tuhaf olduğundan; yazdıklarım yaşadıklarıma, yaşadıklarım yazdıklarıma karıştı. Okurlarım on beş yıl boyunca daima az oldu; ama en güzeli, buraya yazdıklarım, daima bu blogun okurları oldular.  Bu bloga yazarken büyüdüm. Pek çok şey umduğum gibi olmadı, pek çok şey öğrendim. Ne yazık ki, bazen kayıplardan öğrendim. Düşe düşe yazdım, düşe kalka yaşadım; düştüğüm yerden daima kalktım. Hayır, tek başıma kalkmadım. Hep, rahmetli babamın, sevgili ailemin, değerli dostlarımın destekleriyle kalktım. Hezârfen inadıyla, daima Üsküdar’a varmayı umdum. Hep tuhaf hikâyelere düştüm. Zaten Hezârfen’in hikâyesi de Çelebi’nin düşü değil miydi? Zamanın azizliği, on beş yıl böylece geçti.